Sosyal Medya Sayfalarında Yitirilmiş Ruhlar

Sosyal medya sayfaları günümüzün en önemli ve en çok kullanılan haberleşme ve bilgi edinme alanları haline gelmiş durumda. Bu kadar yaygın kullanılan bir mecranın faydaları ve zararlarının neler olduğu konusunda araştırmalar yapılmakta, hatta bilinçli kullanıcılık konusunda üniversite tezleri bile yazılmaktadır.

Herhangi bir vesileyle girdiğimiz bu alanlarda ne için bulunduğumuz ve ne yaptığımızla ilgili olarak bir fayda ve zarardan söz edebiliriz. İyilik ve kötülük, fayda ve zarar bizlerin bu alanları kullanma biçimimiz ve kullanma amacımıza göre değişecektir.

Artık birçok kullanıcı “sosyal medya etiği” konusunda dikkat edilmesi gereken şeyler olduğunu tecrübe ederek öğrenmiş durumda. Sosyal medyada başkalarının hak ve hukukunun gözetilmesi konusu araştırmalara ve yazılara konu olmakla birlikte, problemlerin tamamen ortadan kalkması şimdilik mümkün görünmemektedir. Kullanıcılar bu konuda haklarını arayabilecekleri veya kendilerini koruyabilecekleri tercihlerle biraz olsun rahatlamış olsalar bile, bize göre “mahremiyet” konusu hâlâ önemli bir sorun olarak öylece durmaktadır.

Mahremiyeti genellikle başkalarının bizim mahremiyetimize saygı göstermesi şeklinde algılıyoruz. Bizim kendi mahremiyet sınırlarımızı aşmamız çok da mevzu bahis edilmiyor. Çünkü kendi isteğimizle paylaşıyorsak mahremiyet sorunu yoktur sanıyoruz. En önemli sorunda işte bu noktada başlıyor.Hayatımızın tüm özel alanlarıyla birlikte göçtüğümüz “sanal alem”de yaşıyoruz artık.

Sosyal medyanın tüm alanlarıyla hayatımıza nüfuz etmesine, açtığımız sosyal medya hesaplarıyla peşinen müsaade etmiş olduğumuzu unutmayalım. Hesap açarken gizlilik ayarlarını yaparak her ne kadar kontrolün elimizde olduğu hissini taşıyor olsak da, aslında madalyonun öbür yüzünü görmezden geliyoruz. Tüm gizlilik ayarlarını yapsanız bile paylaştığınız her şey kaynak sunucular tarafından kayda geçmekte, yazılarınız, fotoğraflarınız kısaca tüm sosyal medya eylemleriniz kayıt altına alınmaktadır. Sizin yazdıklarınızı ve paylaştıklarınızı silmeniz, size ait bu “mahrem adımların ve izlerin” sanal âlemden tamamen silindikleri anlamına gelmiyor. Sanal âlem maceramızın izlerini sunucu kayıtlarından silmenin mümkün olmadığını artık birçok sosyal medya kullanıcısı bilmektedir.

Mahremiyetimizi kendi ellerimizle bu mecraları kuran ve yönetenlerin ve bizi takip eden kişilerin ellerine gönüllü olarak sunmuş olmamız bize göre en önemli sorunlardan biridir. Bu sebeple yazımızda ele almaya çalışacağımız asıl konu, kişinin kendi mahremiyetini gönüllü olarak başkalarının görüş alanına sunmasının arkasında yatan psikolojik ve sosyal sebepler olacak.

Mahremiyet dediğimizde ne anlıyoruz;

Sözlük anlamı olarak mahrem: 1. yasak, tabu, 2. yasak alana giriş izni olan, sırdaş

Başkalarının bilmesini ve görmesini istemediğimiz her şey “mahrem alan”a girer.

Sosyal medya alanlarındaki profillere, kişisel sayfalara şöyle bir göz gezdirdiğinizde, başkalarının bilmesini ve görmesini istemediğimiz şeylerimizin modern yaşamın da etkisiyle oldukça esnediğini fark edeceksiniz.

Batı kültürü ile bizim kültürümüz arasındaki mahremiyete yaklaşım farkı sebebiyle toplum olarak geçirdiğimiz bu mahremiyet değişimini analiz etmek gerektiğini düşünüyoruz. Batıda moderniteyle birlikte mahremiyetin kamusallaşması durumunu gözlemekteyiz. Batı kültüründe mahremiyet “özel hayatın dokunulmazlığı” üzerine inşa edilir. Bizim kültürümüzde ise “saklılık ve gizlilik” esastır. Özellikle Facebook gibi paylaşım alanlarında “saklılık ve gizlilik” sınırlarımızı esnetmeye teşvik edici işlevlerin olması da hayli düşündürücü!

Geldiğimiz bu noktada, kaybetmeye başladığımız “mahremiyet”imiz ve umuma açtığımız saklılarımız sebebiyle ciddi bir ahlâki erozyon yaşadığımız gerçeğiyle yüzleşmek zorundayız. Bilinçsizce kullandığımız sosyal medya bizden neleri alıp götürmektedir düşünmemiz ve kendimize acilen çeki düzen vermemiz lazım. Hayâ duygusu, tevazu, helal ve harama riayet gibi hasletler kaybedilenler hanesine çoktan yazıldı bile.

Gösteriş, kibir, riya, yalan gibi olumsuz davranışların adeta teşvik edildiği çeşitli sosyal medya paylaşım alanlarının işlevlerinin de buna göre ayarlanmış olduğunu görmekteyiz. Batı kültüründe bireyin kendini ifade ediş biçimlerinin birer yansıması olan “beğenilmek” duygusu ve “teşhir etmek” güdüsü“beğen/like” ve “paylaş” butonlarıyla karşımıza çıkmaktadır. Paylaşılan fotoğraf, resim, söz, duygu gibi materyaller ne kadar beğeni alırsa o kadar mutlu olunan bu alanın mutluluğunun da adı gibi sanal olduğu bir gerçek ama çoğumuz bu gerçeği görmezden gelmeyi tercih ediyoruz.

Tam da bu noktada aklımıza gelen şu soruları düşünmek ve analiz etmek için sizlerle paylaşmak istiyoruz;

*Eşimizle, çocuğumuzla, yakınlarımızla, arkadaşlarımızla yaşadığımız özel anları başkalarının bakışlarına sınırsızca açmak nasıl bir ihtiyaçtan zuhur etmektedir!?
*İnsanlar neden, mutlu, üzgün, kızgın oldukları gibi birçok duygularını umuma açma gereği hissediyorlar!?
*Paylaşımların altına yazılan iltifat ve güzel sözler nefsimizdeki hangi damarları beslemektedir!?
*Gerçekten göründüğü/göstermeye çalıştığımız kadar mutlu muyuz!?
*Yüz yüze kuramadığımız iletişimi sanal ortamdaki imalarla, göndermelerle yapmaya çalışmak bize ne kazandırmaktadır!?
*Bireysel olarak yaptığımız her şeyi paylaşmanın veya başkalarının özel alanlarını izlemenin arkasında ne gibi sorunların (ego tatmini ve çeşitli psikolojik sorunlar) gizleniyor olabileceğini hiç düşündük mü!?

Rabbimiz Kur’an-ı Kerim’de mahrem alanlara dikkat edilmesi hususunda bizlere sınırlarımızı hatırlatmıştır. (Nur, 58-59) Efendimiz de (s.a.v), başkalarının evine izinsiz girmek, gizlice gözetlemek, özel durumlarını merak etmek konusunda çok önemli ikazlarda bulunmuştur. Paylaşımlarımızda bu sınırlara ve ikazlara dikkat etmediğimizde göreceğimiz maddi ve manevi zararın bilançosu çok ağır olacaktır.

Neyi, ne kadar, nasıl ve kimlerle paylaşabileceğimize dikkat ederek, ‘‘Sosyal Medya” ve ‘‘Sanal Âlem”de ruhlarımızı ve mahremiyetimizi kaybetmemeyi umabiliriz.

Elif İlay Hüsmen, PDR

Yorum Bırakın / Leave a Comment

Go to Top