Semiha Ayverdi, “İbrahim Efendi Konağı” adlı kitabında eski Ramazanların coşkusunu anlatırken şöyle der;

“Bilhassa cami, Ramazan aylarında soluk alır gibi her kapısından yüzlerce insanı alıp verir, doldurup boşaltır ve sanki bu suretle de yaşama gücünü sağlamış olurdu.”

Nefes alır gibi insan alıp veren, dolup boşalan camiler, cami merkezli bir hayat olan Ramazan`ın ruhunu ne güzel de ifade eder. Ramazan hangi mevsime denk gelirse gelsin, kendine mahsus bir mevsimi vardır ve o mevsimin, hangi devirde olursa olsun insanı yörüngesine çeken bir tabiatı olduğuna kuşku yoktur. İşte bu yüzdendir ki, insanlar ve mekanlar yeniden canlanıp nefes alıp vermeye başlarken, toplum da damarlarına adeta taze kan pompalanmışcasına güç ve hayat bulur.

İslamın doya doya yaşandığı, hükümlerinin muteber olduğu ve bütün toplum tabakalarında muhatap bulduğu devirlerde, Ramazanlar da bir başka olurdu;

Ramazan`ın ilanı bir tören havasında coşku ile halka duyrularak başlardı; Önce Ramazan hilâli, ayın rahatlıkla görülebileceği yerlere çıkılarak gözetlenir, gören iki kişinin şahitliği ve şehrin kadısının “olur” vermesiyle o gece sahura kalkılacağı ilan edilirdi. Böylece halkın dört gözle beklediği “11 ayın sultanı”, ilk teravih namazının eda edilmesiyle başlardı.

Mahya

Bundan 400 yıl önce Anadolu`da Ramazan gelince kandiller yakılırken, başlangıçta sadece İstanbul`a mahsus bir güzel gelenek de başlamıştı; Mahya geleneği. Farsça “mahiye” veyahut “mah” kelimesinden, “aya özgü”, “ay gibi” anlamlarına gelen “mahya” nın sadece İstanbul`a mahsus olması, Selatin Camiler`in İstanbul`da olması dolayısıylaydı. Günümüzde de halen devam edilen İstanbullu bu güzide geleneğin şöyle başladığı rivayet edilir;

Sultan I. Ahmed döneminin meşhur hattatlarından Hafız Kefevî kendi yaptıgı değerli bir levhayı padişaha hediye eder. Levhayı çok beğenen Sultan I. Ahmed, Kefevî’den levhayı ışıklandırmasını ve Sultanahmet Camii’nin minareleri arasına asmasını ister. Kandillerle ışıklandırılan levhanın Sultanahmet Camii’nin minareleri arasına asılmasıyla da ilk mahya kurulmuş olur.

Şimdilerde sadece sözlü mesajlar içeren mahyalar, eskiden İstanbul`un simgeleri olan Kız Kulesi, kayık, köprü, su kemeri…gibi şekiller verilerek de yapılırdı. Halkın büyük teveccühüne mazhar olan mahyalar özel bir teknikle yapılır, minareler arasına zorlu ve zahmetli, biraz da tehlikeli olabilecek bir usulle asılır, hem vicdanlara, hem gönüllere hitap eden mesajlarla, seyrine doyum olmaz bir görsel şölen niteliği taşırdı. Halk her akşam, “acaba bu akşam mahyada ne yazıyor” diye Selatin Camilere koşar, saatlerce, hayran ve mesrur, ışıklı mesajların seyrine kapılır, nice alemlere dalardı. Bazen minarelere kaftan şeklinde giydirilerek mahyalar asılırdı. Kaftan giydirme ile mahya, iki minare arasına değil, minarelere yukardan aşağı sarkıtılarak yapılırdı.

Eski Ramazanlarda günlük hayat öğleden sonra başlardı. İkindi`den sonra mesai terkedilir, camilere gidilir, namazlar kılınır, mukabeleler okunur, vaazu-nasihatler dinlenir, coşkulu kalabalıklar camileri ve sokakları adeta mahşer yerine çevirirdi. Camilerde nasihatlerden hissesini alan coşkulu kalabalıklar bu sefer caddelere taşar, alışverişini, yardımını yapar, akşam olmadan, koltuğunun altına sıkıştırdığı, fırından yeni çıkmış mis gibi sıcacık ekmek ve pideleriyle, top atılmadan evde olma telaşıyla koşuştururlardı.

İlahi bir coşkuyu doğuran bu tür hazırlıklar, sadece içi boş bir heyecanı beraberinde getiren bir olgu değildi kuşkusuz. İnsanı içine çeken, ruhunu kaplayan ve bu suretle aşk ve şevkle kutlu bir mevsime manen hazır hissetme hadisesine zemin hazırlıyan çalışmalardı. Coşkudan, heyecandan yoksun kuru kalabalıklar değil, ne yaptığının bilincine varma, insanla mevsimi, ruhla maddeyi, şekille manayı birleştirme çabasıydı. Yani yüce emirle gelen, yüce manayı yakalama ve onu geniş halk kitleleriyle buluşturma azmi ve gayretiydi. Bu çaba Ramazan ayına mana katmakla kalmaz, Bayram`ın gelişine kadar insanları dinç, dinamik ve en önemlisi her türlü manevi değerlere aç ve diri tutardı. Böylece müminler yoğrulmaya hazır bir hamur kıvamına gelir, nasihat alır, kötü huylarını bırakır, nefsini terbiye eder, muhtaçlar gözetilir, halleriyle hemhal olur, Allah`a kulluk vazifelerini bihakkin yerine getirmeye muntazır olur, şekilden öze manevi bir yolculuk başlardı.

Ve vuslat mevsimi bayram

Allah cc, yılda bir defa gelip giden bir manevi mevsimle yetinerek, kullarını serbest bırakmayacaktır kuşkusuz. O kutlu mevsimin eserlerini, alametlerini kulunun üzerinde görmeyi arzu edecek ve o hal üzere ayaklarının sağlam ve sabit olmasını sağlayacak önlemleri de alacaktır. İşte bu yüzden bu kutlu mevsimi geride kalırken, başka bir manevi mevsim gelip dayanır kapımıza; Hem oruçluyu Bayram`a eriştiren, hem de Ramazan`da yapılanların kabul olup olmadığını test etme, sağlama yapma ve pekiştirme mevsimi Şevval. Yani Bayram. Yani kavuşma.

Bayram vesilesiyle sevdiklerine, oruç neticesinde felaha, huzura, nefsinin arzularına gem vurma ve sabır neticesinde Allah`ın rızasına, bütün arzularından soyunarak maddi ve manevi mükafatlara kavuşma. Reyyan kapısından girme payesini kazanma.

Şevval sadece bayram değildir, daha fazlasıdır. Yoğun bir idman yaptığınızda, idmanı birden bire bitirip oturmazsınız, son dakikalarda hareketlerinizi yavaşlatır ve idmandan öyle çıkarsınız. Bu sizin kalp ritminizi olması gereken seviyeye getirecek, kaslarınızı gevşetip kasılmasını önleyecek bir çeşit önlemdir. İşte Şevval ayı da Bayram`ın rehavetini üzerinizden atmanız, altı gün oruçlarıyla yoğun bir oruç idmanından yavaş yavaş sıyrılıp, manevi olgunluğa sizi eriştirmek ve oruç halinin bütün bir yıl üzerinizde taşımanıza yardımcı olmak içindir. Manevi dünyanın, manevi çözümleri. Herşey insanoğlunun iyiliği içindiir vesselam.

Bayram notları;

  • Bayram kelimesini tarih boyunca sadece Tükler ve Türk soyları kullanmışlardır. Geri kalan İslam alemi ise dini bayramlara “Iyd” adını vermiştir; Iyd`ül Fıtr (Ramazan Bayramı), Iyd`ül Adha (Kurban Bayramı).
  • Hz. Peygamber Mekke`den Medine`ye hicret ettiği zaman, Medinelilerin iki bayramı olduğunu öğrendi. Medineliler bu bayramlarında oyun oynar ve eğlenirlerdi. Bu durumu gören Hz. Peygamber (sav) onlara;

Allah Teâlâ size kutladığınız bu iki bayrama bedel olarak daha hayırlısını, Ramazan Bayramı ile Kurban bayramını lûtuf olarak vermiştir. ” buyurdu.

Ebû Davûd, Salat 239, Neşeî, İ`deyn, 1; Ahmed b. Hanbel, Müsned, III, 103, 178

“…Fe-iza berazû ilâ musallâhum ve sallû ve de’av lem yeda’ lehumu’r-rabbu tebâreke ve teâlâ hâçeten illâ kadâhâ.Onlar bayram namazı kıldıkları yerlere vardıkları, namazı kılıp da dualar ettikleri zaman Allahü Teâlâ ve Tebâreke hazretleri artık onların hâçetleri, ne ise dilekleri, hepsini kaza eder, kaza etmedik bir hâcet bırakmaz, hepsini ihsan eder.Ve lâ suâlen illâ ecâbehû.İstedikleri her şeye icabet buyurup istediklerini verir.Ve lâ zenben illâ gaferahû. “Hiçbir günah bırakmaz, hepsini afv u mağfiret eder.” Fe-yensarifûne mağfiren lehum. “Ve böylece bayram namazından sonra afv u mağfiret olunmuş olarak evlerine dönerler.” Ne güzel, bu müjdeler ne kadar güzel!..”

Prof. Dr. M. Es`ad Coşan 
  • Bayramla ilgili yazılmış şiirlere Iydiyye veya Bayramiyye denilir. Bunlardan en meşhuru Alvarlı Efe`nin bayramiyyesidir;

Can bula cânânini,
Bayram o bayram ola.
Kul bula sultanını,
Bayram o bayram ola.
Hüsn ü keder def ola
Dilde hicap def ola
Cümle günah affola
Bayram o bayram ola.”

Alvarlı Efe

Nev’iyâ eyle duâ vakt-i sabâh-i ıyddir
Çün ölür derler duâ makbûl- i hazret subh-dem
Hak Teâlâ rûze vu ıydın mübârek eylesin
Bu duâ-yi devlete kilsin icâbet subh-dem”.

Nevi

“Sanmanız gülgûn şafak oldu ufuktan âşikâr
Iyd için çarh-i felek sevrini kurbân eyledi

Hayâlî Bey

Yılda bir kurban keserler halk-ı alem ıyd için
Dembe-dem saat-be-saat ben senin kurbanımam”

Fuzûlî

Sevdiklerinizle geçirdiğiniz her gününüz Iyd olsun.
“Iydınız Saîd, Ömrünüz Mezîd, Her Rûzunuz Bir Iyd Olsun”…

Rabia Yener

Şevval 1440/Haziran 2019