Aylardır olağandışı bir gündemi var ülkelerin. Dünyanın doğusundan başlayan dert, batısına, ardından tümüne yayıldı.

Günlük hayat akışı bozuldu. İnanamıyor, her sabah bunun kötü bir rüya olması temennisi ile uyanıyor insan. Uyanır uyanmaz da sahip olduğu bütün iletişim araçlarından “bilgilendirme” adı altında olumsuz görüntülerle dolu haber bombardımanına tutularak gerçek ile yüzleşiyor.
Korku, endişe, güvensizlik duyguları içinde ezilmiş, güne devam etmeye çalışıyor. Bu duygular içinde şaşkın ilerlerken, alınması gerekli tedbirler, kişiyi sevdiklerinden, alışkanlıklarından, hayattan uzak, izole bir hayata alışmaya zorluyor.

Adeta ayak seslerini duyurarak geldi bu dert. Pür melaldi hali dünyanın. Zalimlerin zülmünü, gözümüzü çevirdiğimiz dört bir yanda dehşet içinde izliyorduk.

Azgın nefisler olanca pervasızlıkları ile sergiliyorlardı içlerindeki mezalimi.

La Fontaine’ nin “Kuzu ile Kurt” hikayesinde olduğu gibi, kurdun kuzuyu yeme bahanesi, o olmaz ise buydu.

Bütün bunlara karşılık, düşünen herkesin ibretle izlediği dünya Müslümanlarının bazılarının ahvali de malumdu.

Zalimin zulmü altında inlerken mazlumlar, zulme karşı durmaya gücü yeten her türlü tepkiyi vermekle mükellefti.

Eli ile,olmadı dili ile, daha da olmaz ise gönlü ile karşı olmalıydı zulme.

Olmadı.

Maddi, manevi gücü yerinde, tuzları kuru, bir eli yağda, bir eli balda olanların değil müdahale etmek, içleri elvermedi rahatları bozulur endişesi ile bir ses vermeye.

Bir tarafta zalim elinde inleyen biçare mazlum, diğer yanda zalimin zulmüne kayıtsız, bigane kalabalıklar.

Hadsiz bir yaşamı sanal alemde sınırsız paylaşanlar gönüllerinde yer veremediler çoğu zaman başka insanlara.

Sosyal medyada, gerçek hayatta kendileri için yaşadılar, sadece kendilerini ve kendi sevdiklerini düşünüp, sevdiler. Merhametleri kendilerinden başka sadece hayvanlaraydı.

Bunun böyle devam etmeyeceği, bu çığrından çıkmışlığın bir sonunun geleceği konusunda endişe içindeydi bilip görenler.

Bela umumi geldi.

Bu, umumi belaya karşı bir savaştır. Boyutları itibari ile göremesek de belli bir düşmana karşı top yekün yürütülen bir savaş.

Bu savaşın derin boyutları, arka planları var okumayı bilenlerin dillendirdikleri.

Hakkı kabul etmeyen kibir sahibi, savaştan, kavgadan, acıdan, kandan beslenen, düşman saflarının ardında ipleri tutanlara, hesap yapıp seneler öncesinden hazırladıkları senaryoları uygulamaya koyanlara karşı ciddi bir direniş gerekiyor gözüken.

Asıl hükmetmek istedikleri,ele geçirmeye çabaladıkları çocuklar ve gençler. Onların beyinleri. Korkular üzerinden onları yontup şekillendirmek ve istedikleri kıvama getirmek dertleri diyor bazıları.

‘Bu virüs niçin belli bir yaşın üzerindeki insanları taşıyor ebedi istirahatgahlarına?’ diye soruyorlar.

Allahu Teala buyurdu ki (mealen):

“Olabilir ki siz, bir şeyden hoşlanmazsınız; oysa ki o sizin için bir hayırdır. Yine olabilir ki, siz bir şeyi seversiniz, oysa ki o sizin için bir kötülüktür. Allah bilir, siz bilmezsiniz.”

Sure-i Bakara/216

Şer gördüğümüzde hayr, hayr gördüğümüzde şer vardır ayetle sabittir. Biz bilmeyiz, Rabbimiz bilir.

Topyekün inanan herkes çocuklarını ve kendini vesvese verenin, hased edenin, düğümlere üfleyip, kıskananların şerrinden korumak zorunda.
Okunması tavsiye edilen ayet ve duaları onlara ezberletmek, sabah akşam okutmak lazım.

Ayrıca bu mücadelede bir taraf olarak bizlere birey olarak dıştan içe doğru zaaflarımızı, hatalarımızı, açıklarımızı gösterecek ve bu bakış açısı hayrlara vesile olacaktır.

Yaşadığımız olağanüstü günler bir fırsat olarak değerlendirilebilir benliği bırakmak, acziyetini görmek, kulluğunun bilincine varmak için. Bu insanı geliştirir.

Bu açıdan değerlendirildiğinde ,gelişmiş, sivriliklerini törpülemiş, iyiliklerle bezenmiş insanların varlığı bir umuttur kendi şahsımızda, insanlık adına.
Diğer insanları koruma amaçlı karantinalar azade ruhumuzu zorlasa da süreci kendimizi sıygaya çekmek, hatalarımız görüp düzeltmek, kendimizden başkalarına sevgi ve saygı duymayı yeniden öğrenmek için bir fırsat olarak kullanabiliriz.

Ebu Hureyre (ra) rivayet ediyor:

Allahu Teâlâ şöyle buyuruyor:

“Mü’min kuluma bir hastalık verdiğimde Beni kendisini ziyarete gelenlere şikayet etmezse onu verdiğim hastalığın esaretinden kurtarırım. Sonra etini daha hayırlı bir et, kanını daha hayırlı bir kan ile değiştiririm. Sonra da—hastalık eski günahlarına keffaret olduğu için—iyi ve kötü amellere yeniden başlar.

Camiü’s-Sağir Hadis No: 6061

Hadis-i şerifle sabittir, hastalıktan sonra daha iyi bir sağlık ve eskisinden daha iyi bir et, daha iyi bir kan ile, adeta yeni bir insan olarak devam ediyorsa hayata, bu vesile hasta dünya da, çok daha hayrlı yeni bir dünyaya dönüşebilir.

Bu da umarım geleceği borçlu olduğumuz yavrularımızın korku ile incinen ruhlarına bir nebze şifa olur.

Hümeyra Coşan Uyarel