Yurtdışına çıkmak, orada yaşamak çoğuna göre keyifli, maceralı, heyecanlı ve belki de ulaşılması güç bir ayrıcalık, gıpta edilesi bir hayat tarzıdır. Peki acaba gerçekten öyle midir? Yurtdışında yaşamak insana neler kazandırır? Vatandan ayrı yaşamak, gayri Müslim bir ülkede çocuk yetiştirmek kolay mıdır? Yurtdışına çıkma maksadları yüksek öğrenim olan insanlar gidip de neden dönmezler vatana, öğrenimlerini tamamlandıktan sonra bile?
Peki, bir hanımın penceresinden bakacak olursak tüm bunlara; nasıldır yurtdışında hayat?
Tüm bunları Melike Karadağ hanıma sorduk. Uzun yıllar yurtdışında yaşamış, üniversite öğrencisi iki evlada sahip, 4 dil bilen, asıl mesleği mimarlık olan ve şimdi tercümanlık yapan Melike hanım bizi kırmayıp, tecrübelerini aktardı ve sorularımızı içtenlikle cevaplandırdı. Siz de sohbetimize katılmak ister misiniz?
Melike hanım kimdir, nasıl birisidir?
Melike Karadağ: 1968 Konya doğumlu, evli ve iki çocuk annesiyim. 5 çocuklu bir ailenin en küçüğü olduğum için çok sevgiyle büyüdüm ve çevremdekilere de hep sevgi duydum. Hayata pozitif bakışım, benden önce beni düşünenler sayesinde olmuştur. Kendimi düşünmek zorunda kalmadan büyüdüğüm için hala kendimi düşünmek aklıma gelmiyor, benim için çevremdeki insanların memnuniyeti daha önemli olmuştur.
Siz hem Amerika’yı, hem de İngiltere’yi gördünüz. Sizce yurt dışında yaşayan insanların kazanımları nelerdir?
İnsanların yapılarına, kültürlerine, ilgisine ve hangi amaçla yurtdışına çıktıklarına bağlı olarak kazanımları da çok değişiyor. Eğer eğitim ya da araştırma amaçlı çıktıysanız, çevrenizde üniversiteler, sosyal ve kültürel aktiviteler var. Dünyanın her yerinden gelmiş seçkin, zeki insanlar ve aileleri var. İki ülkede de çok imkanlar var, ancak bu imkanlardan faydalanmak tamamen insanın ilgisine ve eşinin desteğine bağlı. Ayrıca, sadece ekonomik amaçlarla yurtdışına çıkmış ama kendi dar dünyaları dışına çıkamamış olanlar, sosyal devletin zor durumdaki insanlar için getirdiği destekleri suistimal ederek yaşayanlar da maalesef epeyce mevcut. O zaman da yerli toplum sizi asalak olarak görüyor.
Kendi kazanımlarımı belirtmem gerekirse; yeni insanlar, kültürler, hatta inançlarla tanıştım. Bu ülkelere ve de insanlarına olan bakışımızın ne kadar hastalıklı olduğunu fark ettim. Maalesef pek çok İngiliz veya Amerikalı, ben de dahil olmak üzere bizlerden daha dürüst, daha ahlaklı ve inançlarında da daha samimi. Dinimizin ve terbiyemizin bize öğrettiği pek çok değeri, bizim aslında hayatımızda tam tatbik etmediğimizi, ama bu ülkelerdeki değerlerin sıradan insanların pek çoğu tarafından bile uygulandığına şahit oldum. Burada ülke politikalarından bahsetmiyorum, normal bir vatandaşın sahip olduğu etik değerlere vurgu yapıyorum. Biz, kendisine gelen müşteriye ‘ben bugün siftah yaptım, isterseniz siz de daha siftah yapmamış komşumdan alışverişinizi yapın’ diyen esnaf zihniyetinden, ‘müşteri kapmak için adam ezen minibüs şoförü’ zihniyetine geldik ama bu ülkelerdeki insanlar belki de ters yönde bir zihniyet değişimi geçirdiler. Yurt dışına çıkınca bunları çok acı bir şekilde fark ettim.
Amerika ve İngiltere`yı kıyaslarsanız, İslami açıdan bakılınca hangisini yaşanılmaya daha elverişli bulursunuz?
Diğer batılı ülkeleri de işin içine katınca İngiltere ve Amerika, birbirlerine çok benzeyen iki yabancı ülke aslında. Hayat tarzları ve insanları açısından değerlendirince ise aynı dili konuşmalarına rağmen tamamen zıt iki ülke. İslama bakışları benzer ve diğer batılı ülkelere göre daha çok özgürlükçü bir yaklaşım söz konusu her ikisinde de.
Bizim açımızdan, İngiltere ve Amerika arasında İslamı yaşama anlamında büyük bir fark olduğunu sanmıyorum. İkisinde de hem İslami okullar var, hem de neredeyse hemen her şehirde, değişik ülkelerden gelen Müslümanların kurduğu camiler ve İslami merkezler var. Genel olarak halkın Müslümanlara yaklaşımı, “saygı çerçevesi içinde” olarak değerlendirilebilir. Müslümanların, bulundukları her yerde çocuklarına dini eğitim vermek için biraraya gelmesi çok güzel.
Ayrım yapmakta zorlanıyorum ama sanırım bir Müslümanın Amerika’ya nisbetle İngiltere’de yaşaması biraz daha kolay olsa gerek. Bunda sanıyorum Müslümanların kolonizmden de kaynaklanan sebeplerle daha erken gelmelerinin ve kurumlarını oluşturmalarının da rolü var.
Sizce yurtışı insanı en çok hangi yönden terbiye eder?
Yurtdışında olmak demek, sevdiklerinize ulaşamamak demektir. İlk önce sabrı öğreniyorsunuz; sabırla beklemeyi, tek başınıza ayakta durmayı öğreniyorsunuz. En önemlisi, başka milletlerden insanlarla barış içerisinde yaşamayı, paylaşmayı, trafikte sabırla beklemeyi, yol vermeyi öğreniyorsunuz. Birçok yönden terbiye ediliyorsunuz, sistem bazen sizi otomatik olarak terbiye ediyor bu konularda.
İngilizler ve genel olarak Avrupalılar çok nazikler, başkasının hakkına çok riayet ediyorlar. Başımdan çok defa geçmiş bir örnek vereyim: Araba ile üç şeritli bir yolda giderken, bazen bir döner kavşak öncesinde sola dönmek için en soldaki şeritte (İngiltere’de trafik soldan akıyor) metrelerce uzun bir kuyruk oluşur, orta ve sağ şerit nerdeyse boştur. İnsanlar boş şeritlerden devam edip, döner kavşağa girip, bir tam tur attıktan sonra, öncelik kendilerinde olacağı için kalabalığın beklediği yola dönüp devam edebilecekleri halde bunu yapmazlar. Ben, pek çok defa kendimi uyanık sanıp bunu yaptıktan sonra, eşimin de uyarısı ile hata yaptığımı ve insanların haklarına riayet etmediğimi fark ettim. Muhtemelen o kuyrukta bekleyen herkes bunu yapabileceğini biliyordur ama hakka riayet onları bundan alıkoyuyor. Bazı hastalıklar üzerimize öyle yapışmış ki, bunların yanlış olduğunun bile farkında değiliz. Bu hatayı bazen hala yapıyor olmak, bu işin sonradan görmekle tam düzelmediğini, öyle bir değerler sistemi içinde yetişmek gerektiğini gösteriyor.
İngiliz insanının ve devletinin Müslümanlara bakış açısı nasıl?
Sanırım birçok yabancı ülkede olduğu gibi, yaşadığınız bölge çok önemli. Biz, yaşadığımız yerlerde hiç bir sorunla karşılaşmadık. Genel olarak nazik insanlar ama yine de Müslümanları çok merak ediyorlar. Hala İslamı ve terörizmi aynı cümlede kullananlar var, biraz da şahıslara göre değişiyor.
Devletin Müslümanlara kamu alanlarında sağladığı imkanlar var; ibadet yerleri mesela, hastanelerde, okullarda, hapishanelerde… Hatta hava alanlarında, uzun süren sorgulamalarda bekletirken bile soruyorlar; ibadet etmeleri gerekiyor mu, ihtiyaçları var mı, yemek için özel tercihleri var mı, diye.
Devlet, kültür merkezi ya da ibadethane açmak isteyenlere maddi destekte de bulunuyor. Haklar açısından ayrımcılık olduğunu sanmıyorum ama ülkemizde de olduğu gibi her partinin, hükümetin önemsediği bir çizgi, ideoloji de var tabii. Bildiğim kadarı ile batılı ülkeler arasında, diğer inançlara göre, Müslüman olma oranı, kendi yerli halkı içinde en yüksek olan ülke İngiltere. Devlet ve kilise, sanıyorum İslam’ın gelişmesinden çok memnun değildir ama insanlar İslamı öğrendikçe, tercihte çok zorlanmıyorlar olsa gerek. Bana, hükümet nispeten ılımlı Müslümanları destekleyip, biraz da kendi kontrollerinde bir oluşum olmalarını istiyor gibi geliyor.
Müslüman bir anne baba olarak çocuklarınızı gayri Müslim bir ülkede yetiştirmenin zorlukları nelerdir?
Genel çerçeveden bakarsak, çocuğun farklı bir kültürü, dini olduğunu, ama bulunduğu çevre ve kültür ile de uyumlu olması gerektiğini, kendi kimliğini de koruyarak öğretmeye çalışmak kolay değil diyebiliriz. Ama yine de yurtdışında, çocuğa farklı dine sahip olduğunu öğretmenin daha kolay olduğu durumlar da söz konusu olabilir. Şöyle ki; bizim bulunduğumuz bölgelerde genellikle farklı ülkelerden gelen, farklı dinlerden birçok öğrenci ya da araştırmacı aileleri olduğu için, çocuklar Hindu, Yahudi, Hristiyan ve diğer ülke Müslümanlarıyla birlikte büyüdüler. Kızımın başörtüsü takması konusunda Müslüman olmayan arkadaşlarının da çok olumlu etkileri oldu.
Okullarda belli zamanlarda İslam da dahil olmak üzere, her dinin özel günleri kutlanıyordu. İngiliz olan karşı komşumun 5 yaşındaki kızı, Ramazanı ve bayramı bu yolla öğrenmiş ve kutlamıştı.
Çocuklar, Müslümanların bile dinlerini yaşarken, kendi ülkelerinin kültürü etkisinde kaldıklarını da gördüler. Türkiye’de, Müslümanların farklı hayat tarzları çocuklarımı, ilk gördüklerinde oldukça şaşırtmıştı; neden ibadet etmiyorlar, neden İslamı yaşamıyorlar diye soruyorlardı. Mesela Türkiye’de sigara içen, alkol alan birilerini görünce şaşırıyorlardı. Hatta oğlumun bir gün, bir tanıdığımız için, böyle bir olaydan dolayı ağladığını hatırlıyorum. Ama benzer manzaralar yurt dışındayken pek dikkatlerini çekmiyordu.
Çocuklarınıza İslam ve Türk kültürünü nasıl aşılıyorsunuz?
Düzenli olarak İslami bilgileri gözden geçirmek, birlikte kitap okuma saatleri düzenlemek çok faydalı oluyor. Bazen de onlara konu verip, bilgi toplamalarını ve paylaşmalarını istiyoruz. Tabii biz okuyorsak Türkçe, onlar araştırıyorsa İngilizce olabiliyor. Türk kültüründen çok uzak kalmadık, çünkü çevremizde her zaman Türk aileler vardı, ve korumamız gereken bir kültürümüz olduğunu bir şekilde anlıyorlardı.
Tecrübemle, bir çocuğun sadece dinleyerek bile dil öğrendiğine şahit olduğum için Türkçeyi öğrenemezler gibi bir endişem hiç olmadı. Ama Türkiye’ye dönme durumu gündeme geldiğinde telaş yapıp Konsolosluktan ders kitapları aldığımı ve ders verdiğimi de unutmuyorum tabii.
Çocuklarla her zaman iletişimi güçlü tutmak, sevmek, güvenmek, ve takdir etmek çok önemli diye düşünüyorum. Ayrıca öğretmeye, aşılamaya çalıştığınız değerlere ne kadar sahip çıktığınız ve uyguladığınız da çok önemli, çünkü uyarmakla, kural koymakla çok başarı elde edilemiyor. Sadece yabancı ülkede olmak değil konu, aramızda jenerasyon farkı da var. Sadece kendi tecrübelerimizle yardımcı olmamız mümkün değil; zaman farkı var, teknoloji farkı var, ortam farkı var. Tüm dengeleri sağlamak, çocuğa baskı yapmadan, onun hayatını karartmadan, zevk alarak yaşamasını da sağlamak lazım. Bazen de çok istedikleri ve bizim kültürümüze yabancı gelebilecek durumlara da onların penceresinden bakmak gerekiyor.
Arkadaş seçiminde ve okullardaki İslama aykırı davranışlarla nasıl başediyorsunuz?
Arkadaş seçimi de dualarla diyebilirim. Allah iyi insanlarla karşılaştırsın her zaman. Tabii ki iyi bir okula göndermek, iyi çevre seçmek işi kolaylaştırıyor ama çocuğunuzun arkadaşını siz seçemezsiniz. Çok endişe ettiğimizde bizimkiler belki seçmez, ama onları kendilerine yakın bulup seçenler olacaktır diye de düşünürdüm, hamdolsun hep iyi arkadaşları oldu.
En çok önemsediğimiz şey, çocukların okuldaki uygun olan aktivitelere katılmalarına destek vermek oldu, çünkü enerjilerini bir şekilde kullanmaları gerekiyor. Sosyal olan çocuklar çok sorun yaşamıyorlar. Bence okullarda farklı dinler hakkında bilgi verilmesi diğer ülke çocuklarının da daha anlayışlı olmasını sağlıyor, hatta faydaları bile oluyor. Mesela biz, kızımın başını örteceği zamanı beklerken, belki seneye örter diye düşünürken, o, bir gün sınıfından bir arkadaşının, başı örtülü bir başka Müslüman Arap arkadaşını işaret edip “Bu arkadaş başını kapatıyor, çünkü Müslüman. Ama sen pek dinini pratik yapmıyorsun değil mi?” diye sorması üzerine üzülmüş, eve gelip “Ben başımı kapatmak istiyorum” demişti.
Okullarda inançlarınızdan dolayı yapabilecekleriniz, ihtiyaçlarınız ve yapamayacaklarınızı bildikten sonra sorun olmuyor.
İnsan yurtdışında daha mutludur; çünkü aile, çevre ve okul baskısı yoktur, fikrine katılıyor musunuz?
Bu baskının azaldığı doğru bir tespit ama, bunun daha iyi olduğu veya mutluluk getirdiği konusunda şüphelerim var. Bu durum aslında bana biraz ters geliyor. Şöyle ki; her halde yurtdışına çıkıp da kalmak istemeyen, ailesini yakınlarını en çok özleyenlerden biriyimdir. Yurtdışında yaşam, ancak insanın kendi ülkesinde istediği şartları bulamadığında, daha kötü şartlardan geldiğinde, bir de aile bağları zayıf olduğunda mutluluk verebilir. İş imkanı yurtdışında daha iyidir de katlanabilir belki ama, aynı şartlarda bile insanın kendi ülkesi daha iyidir.
Biz yurtdışına kısa süreliğine çıktık ve amacımız çalışmalarımızı bitirip ülkemizde daha yerleşik bir düzen kurmaktı. Kontrolümüzde olmayan ve bir hatamızın da olmadığı gelişmeler sonucunda (gerçek bir 28 Şubat mağduruyum) yurtdışında kalışımız maalesef çok uzadı. Ülkenize dönemiyorsunuz, bulunduğunuz ortamda en iyisini yapmaya çalışıyorsunuz ama bir şeyler hep eksik kalıyor, çünkü beraber çalıştığınız insanlar da bu durumu biliyor ve bazen bundan istifade etmeye kalkıyor. Biz aile olarak hep dönmek istedik, ama kaldığımız süre içinde pek çok güzel tecrübeler de kazandık. Bir pişmanlık, ya da ahlar, keşkeler yaşamıyorum. Hangimize yaşayacağı hayat tercih ettirildi? Tabii ki nasip, kısmet. Sonuçta herkese bir imtihan alanı tayin edilmiş.
Çevre baskısının olmamasının huzurunu önemsiyorum tabii ki. Kendi ülkemde de (sanırım tasavvuf ahlakını düstur edindiğim için), çevrenin baskısından etkilenmemeye çalışırdım ama bunu asıl yurtdışındaki insanların anlayışından öğrendim diyebilirim. İnsan yurtdışında kendisini, kimliğini daha iyi tanıyor, değerlerine daha çok sahip çıkıyor.
Kültür çatışması sizce nedir ve siz yurtdışına ilk geldiğinizde kültür çatısması yaşadınız mı?
Kültür çok geniş bir konu, her insanın kendi ferdi kültürü, aile kültürü, ve de ülke kültürü var. Yani insan kendi kültüründe eşiyle, aile kültüründe çevresiyle, ülke kültüründe ise başka ülkelerle farklılık gösteriyor. Ailenizde, eşinizle zamanla ortak kültüre sahip oluyorsunuz, aile kültürünüz Türkiyenin farklı bölgelerinden gelmiş insanlarla da çatışabiliyor bazen. Ama yaşadığınız ülkenin kültürünü öğrendikçe uyum sağlıyorsunuz, bu uyum onların kültürüne saygı duymakla oluyor, ben zorlanmadım.
Genel olarak baktığınızda, yurtdışındaki Müslümanları dinlerini yaşama noktasında yeterli buluyor musunuz?
Yurtdışına gelen Müslümanlar genel olarak iki gruba ayrılabilir: Birinci grup, aileden de gelen bir dini hassasiyeti olmadığı için kolaylıkla ve maalesef tamamen kaybolan kesim. Diğer grubu ise, aile ve çevrenin müspet etkisi ile değerlerine sahip çıkan ve onları, bazen tamamen içe kapanan, ama dinini yaşamaya çalışan kesim olarak tanımlayabiliriz. Sonradan gelenler, ya da geçici olarak gelenler bu iki grup içinde seçici davranabiliyorlar ve dolayısıyla dinine uygun yaşamak isteyenler uygun ortamlar bulabiliyor diyebiliriz.
Genel olarak değerlendirirsek, farklı ülke Müslümanlarının kültürlerinin etkisi altında olduklarını dış görüntülerinden bile anlayabiliyoruz. Gelişmekte olan ülkelerdeki gösteriş merakı en dikkat çekici zaaf ve kayıp. Her Müslüman sade ve gösterişsiz olması gerektiğini, kainatın Peygamberinin (SAS) ne kadar mütevazi olduğunu çok iyi biliyor, ama uygulamada maalesef yetersizlik var.
Ancak her yabancının çocuk yetiştirirken aynı endişeyi yaşadığını, çocuklarını iyi yetiştirmeye çalıştığını, kültürlerini korumaya çalıştıklarını ve önemli günlerde bir araya gelip birlik beraberlik mesajları verdiklerini de küçümseyemeyiz. Camiler Amerika’da olduğu gibi İngilterede de çok çeşitli. Değişik mezheplerin, ülkelerin camileri var. Londra’da, 3-4 tanesi büyük Türk camiisi olmak üzere, bir çok sayıda İslam merkezi var. En azından bir çaba var, yabancı ülkelerde bu camileri, verilen emekleri, mücadeleleri görüp yetersiz demek haksızlık olabilir.
Gayri Müslim insanlara ulaşma ve onlara İslamı anlatma konusunda Müslümanların yeterli kuruluş ve çalışmaları var mıdır?
Öncelikle şunu söylemek lazım ki, gayri Müslimlerden sadece ilgili olanlara ulaşılabiliyor. Hani derler ya, Allah içlerine versin inşallah, bazen çok basit bir davranışınızla, bazen hiç görüşmek istemezken soğuk duruşunuzla bile, ilgili olan insana doğru mesajları verebiliyorsunuz.
Yeterli kuruluş olarak duymadım, ama bazen üniversitelerde Müslüman gençlerin DAVA ismi altında konferanslar düzenlediğini üniversitenin de bu tür faaliyetleri desteklediğini biliyorum. Gençler çok güzel organize olup ilanlar vererek bu tür bilgilendirici konferans ve faaliyetleri düzenliyorlar. Neredeyse her üniversitenin hem İslamic society, hem de diğer dinlerden society yani dernekleri var. Camilere giderek Müslümanlığı seçenleri duyuyorum. İngiltere’de Müslümanlığı seçenlerin sayısı da oldukça yüksek.
Yurtdışında Müslümanların birbirleriyle münasebetleri nasıldır?
Müslümanlar, birbirlerini, eğer komşu değillerse camilerden, ya da iş yerlerinden tanıyorlar. Çalışan kesimin iletişimi çok canlı değil, sadece bayramlarda veya Cuma namazlarında görüşülüyor. Üniversite camilerinde haftasonu sohbetleri, din dersleri, ve yeni Müslüman olmuş olanlara yönelik sohbet grupları var. Diğer camiler daha çok belli ülkelerin vatandaşlarına ait ve kültürel faaliyet ağırlıklı, Pakistanlı, Yemenli, Türk vs.
Yurtdışında eğitim alan öğrenciler okul sonrasında eğitim aldıkları ülkelerde yaşamayı tercih ediyorlar. Kısaca “beyin göçü” deniliyor buna ve malumunuz ve okumuş, kaliteli elemanların yaban ellere hizmet vermesi tasvip edilmiyor. Siz ne düşünüyorsunuz bu konuda?
Yurtdışında eğitim sadece master, doktora olarak görülürse dediğiniz doğru ama ben öyle düşünmüyorum. Eğitim sadece öğrenimle olmaz, tecrübe kazanmak da çok önemlidir. Amerika ve İngiltere gibi ülkelerde master, doktora yapan öğrencilerin iş imkanı varsa 5- 10 yıl verimli bir şekilde teknik açıdan gelişmiş yerlerde çalışması hem kendileri için hem de tüm dünya için son derece faydalı.
Genelde gelişmekte olan ülkelerden yurtdışına iyi eğitim alsınlar, öğrendikleri teknikleri ülkelerine kazandırsınlar, donanımlarıyla iyi elemanlar yetiştirsinler diye öğrenci gönderiliyor. Bilim insanları dünyanın neresinde çalışırlarsa çalışsınlar ülkelerine hizmete devam ederler. Çalışmaları tüm dünyadan takip edilir ve referans alınır, dolayısıyla yurtdışında belli bir süre kalmalarına beyin göçü demek, yaban ellere hizmet veriyor demek doğru değil. Önemli olan bu öğrenim ve eğitim dönemi bittikten sonra dönmek, bunun için de Türkiye’nin bu insanlarına sahip çıkması, iyi imkanlar sunması lazım. Sonuçta bülbülü altın kafese koymuşlar, ille de vatanım demiş.
Bilim insanları emektardır, doğru bildiklerinden de şaşmazlar, çalışma ortamı hazır değilken onlara dönün demek, yüksek maaşla bile olsa onları memnun etmez. Bu konuda bence onlara anlayış gösterilmeli. Bu yorumlar biraz acımasızca yapılıyor diye düşünüyorum. Ayrıca, dönmeden önce onlarla fikir alışverişinde bulunulup uygun ortamları birlikte hazırlamak da faydalı olabilir.
İşin bir de yurtdışında büyüyen çocuklar boyutu var tabii. Bu dönüş, onların eğitimlerini aksatmadan sağlanabilmeli. Bu durumda, bizim örneğimizde olduğu gibi bazen bu bilim insanları fedakarlık yapıyor, bazen aileler ve çocuklar, bazen de ülkenin fedakarlıklar yapması gerekiyor. Bu durumlar bir bütün olarak ele alınmalidir, insanlara hain damgası vurup haksızlık da yapmamak gerekir. Bir ülkenin gelişiminde eğitimli, bilgi sahibi insanların rolü malumunuzdur. İnsana yatırım hem çok pahalı, hem uzun süren, hem de çok çalışma ve fedakarlık gerektiren bir süreç, bu insanları kazanmak hayati önem taşıyor. Ben şahsen kesinlikle eminim ki, uygun şartlar oluşunca bu tür insanların çok büyük çoğunluğu kendi cennet vatanında yaşamak ister.
Sanırım şu anda çocukların Türkiye’de eğitimlerine devam edebilmeleri için imkanlar mevcut, belki daha da teşvik edici ortamlar oluşturulabilir. Çocukların büyüdükleri ülke kültürüne ve diline daha yatkın olmaları, diğer teşviklerle onların kazanılmasını bence engellemez. Kaldı ki dönemeseler bile onlar ülkelerinin ve inançlarının birer temsilcisi olarak bulundukları yerden de katkı vermeye devam ederler.
Mesleğinizden biraz bahsedebilir misiniz?
Mimarlık mezunuyum. Özel bir mimarlık bürosunda 1-2 yıl çalıştım. Daha sonra çocuğumun doğumu ve ardından yurtdışı macerası başlayınca mesleğimden ayrı kaldım. İki küçük çocuğuma rağmen İngiltere’de başladığım doktora çalışmalarımı eşimin uğradığı haksızlıklardan dolayı bırakmak zorunda kaldım. Amerika ve tekrar İngiltere maceraları devamlılığı engelledi, dolayısıyla mesleğime devam edemedim.
Şu anda hukuk tercümanlığı yapıyorum, ama diğer alanlarda da çalışıyorum; sağlık, sosyal hizmetler, göçmenlik, her türlü yaşam alanı. Bir insanın hayatında başına gelebilecek her türlü olayda bazen masumun, bazen de zalimin sesi oluyorum.
Mesleğinizin size kazandırdığı tecrübeler nelerdir?
İnsanları yakından tanımak, kültürün insan hayatındaki etkisi, getirisi ve götürüsüne şahit olmak. Hayatta herşeyin mümkün olduğunu, suçlu konumundaki insanın masum, suçsuz konumda karşınıza çıkanın tek suçlu olduğunu görmek. Kendini ifade etmenin hayatta çok önemli olduğunu, bazı insanların karekterlerinin kendilerine ceza olarak verildiğini düşünmek. İnsanlara yardımcı olmanın hazzını yaşamak, sabırlı olmak, tüm korkuları yenmek, her türlü insanla iletişim kurmanın mümkün olduğuna şahit olmak. Dünyada olup biten ve gizli kalan birçok olaya şahit olmak ve her türlü insanı sevmek, her türlü sorunun bir çözümü olduğunu öğrenmek.
Yurtdışına bir vesileyle gelmiş bir hanıma neler tavsiye edebilirsiniz?
Öncelikle gidecekleri ülke hakkında bilgi edinip az da olsa dilini öğrenerek gitmelerini tavsiye ederim. İnsan yurtdışında eğitim için çok zaman bulabiliyor, zamanı çok iyi değerlendirmeli. Dil eğitimi yanında Müslümanlarla iletişim kurmalı, kültür ve inancını koruyarak bulundukları ülkeye entegre olmaktan çekinmemek gerekir. Yabancılarla görüşmek birçok şeyi kısa zamanda öğrenmek demektir. Mutlaka yabancı arkadaş edinmelidir, tabii ki kendi ülkemizin insanlarıyla da görüşmeliyiz. Çocuklara, eğitimde yardımcı olabilmek için o ülkenin eğitim sistemi öğrenilmeli, bunun içinde okullar ile iyi iletişim kurup gönüllü olarak çalışmalar yapılmalı. Yabancılara yönelik hizmet veren çoğu gönüllü kişilerden oluşan dernekler var, bu derneklerden mutlaka faydalanılmalıdır. Özetle, aktif ve verimli olmalarını, kendilerine güvenmelerini, en kısa zamanda dil öğrenip, hayatlarını anlamlı yaşamalarını tavsiye edebilirim.
Değerli tecrübelerini bizimle paylaştığı için Melike hanıma çok teşekkür ediyoruz.
Faydali tecrube ve tavsiyelerini paylastigin icin Allah razi olsun Melikecigim..
Cok guzel ifade etmissiniz?
Elinize sağlık Melike hanım,yurt dışındaki yaşamı her yönüyle anlatmışsınız tabi yaşamak,bizzat tecrübe etmek bambaşka bir şey.