Yeni yıl kararlarınızı düşünün… “Bundan sonra daha sağlıklı besleneceğim”, “Düzenli spor yapacağım”, “Daha çok okuyacağım”, “Ailemle daha çok vakit geçireceğim”, “Daha planlı programlı olacağım”,“Sosyal medyada daha az oyalanacağım” gibi aldığımız pek çok kararı, çok da istekli olmanıza rağmen hayata geçiremediğiniz senaryoları hatırlayın. Motivasyonumuz yerinde, kararlı da hissediyorken neden hayata geçirmekte, sürdürmekte bu kadar zorlanıyoruz? Sorunumuzun ne olduğunu çok iyi tanımlayabiliyor, çözümünü de saptayabiliyorken bizi bu sorunu çözmekten alıkoyan şey ne?

Biz tüm bu kararları bilinç düzeyinde alırken bilinçdışımız karar alma ve uygulama sürecine katılmamış olabiliyor. Halbuki değişimi gerçekleştirecek olan bilinçdışı motivasyondur. Bilinç düzeyinde dikkatimizi birşeylere yönlendirip odaklanır ve odaklandığımız şeyleri fark ederiz. Bilinçdışı düzeyde ise sayısız uyaranı algılarız. Mesela bu yazıyı okurken, aldığınız nefesi, oturduğunuz koltuğun sırtınıza yaptığı desteği, vücudunuzdaki bir duyumu algılıyor ama odağınızı buraya çevirene kadar fark etmiyorsunuz. Bilinçdışımız aynı zamanda bilinç düzeyinde olmayan hatıraların ve planların da izini sürer ve saklar. Bilinçdışımız; otomatik beden tepkilerinden de sorumludur. Nefes alış verişimizi bilinçli bir şekilde izleyebiliriz ama dikkatimizi buradan çektiğimizde de bilinçdışımız nefesimizi izlemeye devam eder. Ya da sindirim sistemimiz gibi doğrudan bilinçli kontrolümüz olmayan süreçleri de takip eder. Bilinçdışı, bilgi işlemleme sürecinde de devrededir. Uykudayken gündelik bilgilerin işlemlenmesi de bilinçaltı bir şekilde gerçekleşir. Tüm bu işleri bilinç düzeyinde yapmak çok yorucu ve karmaşık olabilirdi. Bununla beraber, bilinçdışı davranışlar bazen işlevsiz ya da sabote edici de olabilir.

“Sınıfta öğrenciler bir anda damarıma bastı ve çileden çıktım. Bir tarafım ne var bunda gençler eğleniyor diyor ama diğer tarafım bu saygısızlık, kabul edilemez bir şey diyor.”

“Patronuma bu defa hayır diyecektim, ama bir şekilde kendimi yine evet demiş ve mesaiye kalmış buldum. İçimden bir taraf kendi zamanımdan bu kadar fedakarlık etmemelisin derken bir tarafım hayır demekte çok zorlanıyor.”

“Hata yapmak benim de hakkım, hata yapabilirim diye düşünürken yine kendimi hata yapmamak için delice çabalar halde buluyorum, sanki içimde bir tarafım bana mükemmel olmam gerektiğini söyleyip duruyor.”

Göründüğü üzere, içimizde birbirinden farklı şeyler isteyen faklı taraflar var ve her zaman da işbirlikçimiz değil. Genelde bunu ilk fark ettiğimizde; içimizde bir tarafın bizim ayağımıza dolandığını, bizi sabotte ettiğini, aldığımız kararları uygulamayı zorlaştırdığını anladığımızda, ilk eğilimimiz o tarafı reddetmek, bu parçamızdan kurtulmak istemek oluyor. Bu çaba da yine beyhude bir çaba ve gereksiz bir enerji kaybı olarak bize dönüyor. İşe önce, o parçayı tanıyıp kabul ederek, onun bizim iyiliğimizi istediğini, bizim için çalıştığını fark ederek başlamak gerekiyor. Sonuçta bizi yavaşlatsa ve işleri zorlaştırsa da niyeti her zaman bize hizmet etmek.

Peki neden bizim bütünümüzle uyumlu değil, neden aykırı bir ses?

Zorluklarla baş etme becerilerimiz, zaman içinde işlevselliğini yitirebilir. O sırada çok işe yaramış olan, bizi tehlikeden korumuş olan bir önlem, bir çaba tehlike geçtiğinde de bizimleyse enerji kaybına yol açar. Bazen bazı insanların hayattan keyif alamadıklarını hep mücadele etme modunda olduklarını görürüz, çünkü kişi hayatının bir döneminde mücadele etmeyi öğrenmiştir ve o dönem için bu mücadelecilik işe yaramıştır. Ya da her an tetikte ve gevşeyemen insanlara şahit oluruz, kıyıda can yeleğiyle dolaşan ve her an boğulma tehdidi hisseden kişilerdir bunlar. Can yeleği denizdeyken çok işine yaramıştır ama artık üzerindeki bir yüktür. Baş etme becerilerimiz de bazen böyle yüke dönüşür, içimizde donar, sıkılaşıp, katılaşır. Artık bizim için işlevsiz, gereksiz, anlamsız olsa da bu katılaşan şey bir parçamız gibidir. Diyelim ki bu baş etme becerisini sekiz yaşındayken kazandık ve içimizde donup katılaşıverdi bu parça, katı olduğu için bütün sistemimizin akışkanlığına da katılamadı. Bütünlüğümüz 9, 10, 11, 15, 20, 30 yaşlarından geçer, tecrübelenip olgunlaşırken bu parça 8 yaşında bir çocuğun tecrübesinde kalmaya devam eder. İçimizdeki bilgelikle temas edemez.

Öz dönüşüm terapisi (CORE TRANSFORMATION) bu parçayı kendi bütünlüğümüze katarak, terapi içinde aktif hayal kurma yoluyla, yıllardan ve yollardan geçirerek büyütmeyi sağlar. Bunun için ilk yapılacak şey, bu farklı parçaları tanımak, iyi niyetlerini anlamak, kabul etmek, varlıklarına, bize ettikleri hizmete teşekkür etmektir. Böylece daha bütüncül, daha esnek, daha özgür ve daha samimi ve otantik bir insan oluruz.

O kızı yeniden büyüterek…

Havva Başgül