Kısaca kendinizden ve İngiltere`ye geliş sebebinizden bahseder misiniz?
15 Temmuz 1986 doğumluyum. İlkokul ikinci sınıftan liseye kadar Asfa’da okudum, 2004 yılında mezun oldum. Başörtüsü sorunundan dolayı normal okula gidemedim, internet üzerinden eğitim veren bir üniversiteden mezun oldum.
2009 Haziranda evlenerek, eşimin 9 yıldır yaşadığı İngiltere’ye geldim.
Eşinizle nasıl tanıştınız, aranızda kültür çatışması oldu mu, eşinizin yakınları ve ailesiyle ilişkileriniz nasıl?
Eşim Özbekistan’daki ihvanlar vesilesiyle ders alıp, ihvan olduktan sonra İstanbul’a belli aralıklarla gelmiş gitmiş. İngiltere’den Özbekistan’a dönerken, İstanbul’daki tanıdıklarını, kendisine vesile olanları da ziyaret etmeyi ihmal etmemiş. Onlar bize aracı oldu, nasipmiş evlendik. Hocamızın (Prof.Dr. M.Es’ad Coşan) sohbetlerinden, kitaplarından bildiğimiz “farklı ülkelerle evlilik yapın” tavsiyesini düşündüğüm zamanlar olmuştu bekarken; farklı şehirdeki kültürler arasında bile kalan insanlar varken her şeyin tamamen farklı olduğu bir evlilik nasıl olur acaba diye düşünürdüm. Ama detaylara takılmayınca, İslam kültüründen ayrılmadıkça kültür çatışması olmuyor. Ufak tefek sorunlar bile sorun olmuyor o zaman. Eşim de İngiltere’de Türklerle iletişim halinde olduğu için Türk kültürüne aşina, biz iki kültür arasında kaldığımız zaman hangisi en mantıklı, doğru görünüyorsa onu uyguluyoruz. Mesela Özbek adetlerinden en çok hoşumuza giden sofraya otururken, kalkarken; misafir geldiğinde ve giderken sürekli dua etmeleri. Evin en büyüğü dua ediyor, ondan sonra sofradan kalkılıyor ya da misafirler izin istiyorlar; odaya her girişlerinde selam veriyorlar.
Özbek gelinlerinden en çok beklenen şey büyüklere, misafirlere saygı ve ikram. Çok hizmette bulunmak için piyale denilen kaplara çayları bir ya da iki yudumluk koyuyorlar ki misafir ya da büyükler çaylarını sıcak içsin, hem de gelin hizmet etmiş olsun. Türkleri de batılılara benzetip, büyüklere saygı göstermeyen kişiler olarak düşünüyorlar maalesef. Kayınvalidemde çekingenlik vardı bu yüzden, Türkiye’ye gelip; özellikle ihvanlar arasında vakit geçirince o da mutlu oldu elhamdulillah. Hatta görümcemi de bir Türkle evlendirdik .
Büyüklerin halini hatırını sormak da çok önemli Özbekler için. Akrabalarla konuşurken dil konusunu yarı Özbekçe yarı Türkçe hallediyoruz. Ortak kullandığımız kelimeler çok var, özellikle Anadolu’da kullanılan birçok kelime ortak. Çat pat da olsa Özbekçe sorularla hal hatır sorduğum zaman büyüklerin çok hoşuna gidiyor, daha fazlasını da beklemiyorlar aslında.
Bize İngiltere`den biraz bahseder misiniz?
İngiltere, Türkiye’de alışık olduğumuz apartman görüntülerinin dışında bahçeli, müstakil evlerden oluşan bir ülke. Uçaktan baktığımda ilk düşündüğüm şey her şeyin ne kadar düzenli göründüğüydü. Sanki kuş bakışı bakarak evlerin, parkların, yolların planlarını yapmışlar gibi düşünmüştüm. Bizim bulunduğumuz bölge, Newcastle Upon Tyne, biraz daha kuzeyde kalmasından dolayı havası güneye oranla daha serin. Yazlar, İstanbul’un baharlarına benziyor. Londra gibi merkezi yerler kadar olmasa da her ülkeden insanla karşılaşmak mümkün.
İngiltere’ye gelirken beklentileriniz, hayalleriniz nelerdi? Beklentilerinize kavuştunuz mu, hayal kırıklığı yaşadığınız noktalar oldu mu?
İngiltere ile ilgili çok büyük beklentilerim yoktu ama hayal kırıklığı yaşadığım noktalar oldu. Özellikle bekarken her günü dışarıda geçen, sosyal aktivitelerin içinde bulunan biri olarak buradaki sessizlik korkuttu beni. Bizim bulunduğumuz bölgede erkekler kendi alanlarıyla ilgili iş bulma sıkıntısı çektikleri için genellikle taksicilik, kebapçılık gibi gece işlerine yönelmişler. Bu yüzden gece çalışıp gündüz uyuyorlar. Bu da aile hayatını, misafir ortamlarını oldukça etkiliyor. Misafiri eksik olmayan bir evden çıkıp; böyle sessiz, kimsenin kapıyı çalmadığı bir yere gelmek insanın moralini bozuyor gerçekten. Uzun bir süreden sonra, Türkiye’den iş için gelenleri için eve davet ettiğimizde kendilerine defalarca teşekkür etmiştim.
İngiliz halkından farklı muamele görüyor musunuz? Müslüman kimliğinizi herhangi bir sorun olmadan taşıyabiliyor musunuz?
Bazı bölgelerde oturanların başlarına gelen değişik olayları duydum. İlk zamanlarda eşim de, yalnız dışarı çıkarsam benim de başıma bu tarz olaylar gelebilir korkusuyla yalnız çıkmamı istemiyordu. Ama zamanla benim ne kadar sıkıldığımı fark ederek bu düşüncesinden vazgeçti. Oturduğumuz evleri genellikle müslümanlara yakın veya daha nezih yerlerden seçmemizden dolayı böyle bir sorunla karşılaşmadık elhamdulillah.
Pakistanlı, Bangladeşli müslümanların sayısı oldukça fazla ama hanımlar geleneksel kıyafetlerini giydiklerinden ve çoğu tesettüre tam dikkat etmediğinden benim kıyafetim daha farklı gelebiliyor. Bazen meraklı gözler görüyorum, aralarında konuşup dikkatli bakanlar, laf atmak isteyenler olabiliyor ama karşılık vermeyince sessizce geçip gidiyorlar. Gittiğim kurslarda da namaz için izin istediğimde yardımcı olmak için ellerinden geleni yapan İngilizlerle karşılaştım. Kimsenin nasıl giyindiği, ne yaptığı ile çok fazla ilgilenmiyorlar.
Hayatınıza yerleşmiş/yer etmesi gereken kitap, dergi, giyecek yiyecek vb alışkanlıklarınızı Türkiye’deki kadar rahat karşılayabiliyor musunuz?
Yaşanılan bölgeye göre bu alışkanlıklar da değişiyor tabi ki. Türkçe kitap bulmak imkansız, ama şehir kütüphanesine ücretsiz üye olarak pek çok kitaba ulaşmak mümkün. Ben de, yabancı dilimi geliştirmek için kütüphaneden aldığım kitapları okuyorum. İnsan farklı bir dilde bildiği bir konuyu okuduğu zaman farklı bakış açılarını daha rahat yakalayabiliyor. Türkiye’ye gittikçe de almak istediğimiz kitapları alıp getiriyoruz.
İlk günlerde alışveriş yaparken, Türkiye’deki alışkanlıktan alışveriş listesindekileri içindekilere bakmadan alıp sepete koyuyordum, eşim benim koyduklarımı tek tek inceliyordu. Daha sonra hem helal hem de katkı maddelerinin sağlıklı olup olmadığı konusunda içindekileri okumaya alıştım. Bir ürünü bu şekilde inceleyince alışveriş de normalden çok daha uzun sürüyor ama içimize sinerek alıyoruz aldıklarımızı. Türk ürünleri satan müslüman marketler de var, onlardan alışveriş yaparken dahi içindekileri sağlık açısından okuyup kıyaslıyoruz. Türkiye’de satılan markaları özellikle inceliyorum, helal olmayan veya şüpheli bir şey varsa Türkiye’deki arkadaşlarıma da söylüyorum dikkatli olmaları için.
Kıyafet konusunda da, özellikle Yahudilere hitap eden mağazalarda uzun etek, elbise bulmak mümkün. Ama acil ihtiyaç olmadıkça kıyafet alışverişini Türkiye’de yapmak daha kolayıma geliyor.
Yaşadığınız yerde, özellikle ilk günlerinizde karşılaştığınız zorluklar oldu mu?
Özlemin yanında yalnızlığa alışmak zor oldu benim için. Özellikle eşim işe gittiği zamanlar evde yapacak bir şey bulamıyordum, içimden bir şeyler yapmak da gelmiyordu. Ama zamanla alışınca kendime bir düzen kurdum. Zorluk değil belki ama gözlerim sürekli müslüman birisini arıyor gezerken. Selam verdiklerinde ya da selamımı aldıklarında çocuk gibi seviniyorum.
Bir de köpeklerine alışamadım hala maalesef. Hemen hemen her evde köpek var, piknik yapmak için parklara gittiğimizde köpeklerini gezdirmeye çıkarmış insanlar oluyor genelde öğlene kadar. Tasmasız, başı boş gezen, sağa sola koşturan köpeklerinden çok rahatsız oluyorum.
Alışkanlıklarınızın, zevklerinizin, yaşam tarzınızın değiştiğini düşünüyor musunuz?
İster istemez değişiyor tabi bazı şeyler, yaşadığınız bölgeye uyum sağlamaya çalışıyorsunuz. Biraz daha sessizleştim buraya gelince. Özellikle ilk günlerde İngilizce biliyor olmama rağmen, bilmiyormuş gibi davranıyordum. Eşim zorlasa da İngilizce konuşmuyordum hiçbir yerde. Sormak istediklerimi ona sorduruyordum, bazen o da ben alışayım diye benim yerime konuşmayınca işimizi halletmeden eve geldiğimiz zamanlar oldu.
Önceden yapmaktan hoşlandığım şeylerden sıkılmaya başladım. Hatta internetten bile sıkıldım, Türkiye ile iletişim internet üzerinden olunca ve telefonla konuşmak bile yüz yüze muhabbet gibi olmayınca ondan da sıkılıyor insan. Yeni alışkanlıklar edindim, İngilizce çok güzel el işi kaynakları bulunca; internetten videolarla ya da kütüphaneden aldığım kitaplarla Türkiye’de yapmayacağım şeyleri yapmaya başladım. Normalde sabırsız biri olmama rağmen elimde kırkyama battaniye yapmaya bile kalkıştım. Kumaş, ip kaynaklarının buralarda daha kısıtlı olmasına rağmen bulduğum ufak parçalardan bir şeyler üretmeye başladım. Hatta annemden evdeki ufak tefek bütün kumaş parçalarını istemiştim yavaş yavaş farklı yönlerimi keşfediyorum gibi hissediyorum bazen.
Türkiye’de olduğu gibi kolayca komşuluk, arkadaşlık ilişkileri kurabiliyor musunuz, yoksa yabancı bir birey olarak tek başına mısınız?
İngilizlerle komşuluk yapan Türkler var; gelip giden, birlikte yiyip içen… Ama benim komşularım öyle olmadı, insan ister istemez tedirgin de oluyor biraz çok tanımadığı için. Dışarıda gördüklerinde selam verip kısaca hal hatır soruyorlar genelde. Şimdi oturduğumuz sokak müslüman bir sokak, Bangladeşli aileler var. Onlar da bütün aile bir arada oturduklarından dışarıdan birisine ihtiyaç duymuyorlar çok fazla. Gelip gitmeler olmuyor yani, yine sadece selamlaşma… Türklerle de çok fazla görüşmüyorum, eşlerinin iş durumlarından dolayı. Sık sık görüştüğümüz bir ihvan aile var elhamdulillah.
Türkiye’de mevcut olup yaşadığınız yerde bulamayacağınız sizin için önemli olan bir şey var mıdır, varsa nedir?
Yiyecek, içecek olarak bulunmayacak bir şey yok gibi. Türkiye’ye yakın bir ülke olmasından dolayı tatları aynı olmasa da istediğimiz şeyleri bulabiliyoruz. Zamanla insan yeni şeyler keşfetmeye başlıyor, farklı ülkelerin sebze meyvelerini deniyoruz. Markette gördüğümüz yabancı sebzelerin ismini not alıp, internetten bakıyorum; farklı tarifler denemeye çalışıyorum.
Benim burada en fazla özlediğim; Türkiye’deki ortam. Türkiye’ye ziyarete gittiğimiz zaman her şeyin tadı damağımızda kalıyor.
Türkiye’den giderken yanınızda götürdüğünüz ve yaşadığınız yerde özlemini duyduğunuz, ulaşması zor veya imkansız yiyecekler nelerdir?
Türkiye’ye gideceğimiz belli olunca liste yapmaya başlıyoruz. Bir liste orada yiyeceğimiz şeyler için, bir liste de buraya getireceğimiz şeyler için. Ama genelde aileye, muhabbete kavuşunca orda yemeyi planladığımız şeyleri unutuyoruz. Almak istediklerimizin de çoğundan vazgeçip dönüyoruz, burada aynı tadı bulamayınca üzülüyoruz sonra biraz . Süt ve et ürünleri girişine izin verilmiyor zaten, burada satılan Türk marka ürünler de Hollanda veya Almanya’da üretilip getiriliyor. Son gittiğimizde leblebi, fındık, ceviz gibi kuruyemişler getirdik. Bir dahaki gidişimizde de kuru sebzelerden getirmeyi düşünüyorum, kuru kabak, fasulye vs gibi… Burada satılan sebzeler, meyveler genellikle raf ömrü hesaplanıp olgunlaşmadan toplandığı için tatları yok, sağlık açısından da çok iyi olduğunu düşünmüyorum. Ama evlerin bahçeli olmasının avantajı, en azından salata için yeşillikleri bahçede yetiştirmek imkanı var.
Mümkün olsa, yaşadığınız ülkeden Türkiye’ye bir şeyler götürmek, taşımak isteseniz, bunlar neler olurdu?
Düzen olarak İngiltere’yi seviyorum. İnsanlar kurallara saygılı, evler bahçeli. Evlerini, parklarını, yollarını alıp Türkiye’ye götürmek isterdim.
Gözlemlerinize veya tecrübelerinize dayanarak, yaşadığınız ülkede çocuk yetiştirmek konusunda ne düşünüyorsunuz? Türkiye’ye kıyasla zorlukları veya kolaylıkları nelerdir?
Anne babalara sunulan imkanlar açısından çocuk yetiştirmek kolay. Çocuklar daha rahat, yeşil ortamlarda koşarak büyüyorlar. Özellikle çocuklu aileler için apartmanlarda oturmalarına devlet izin vermiyor. Dini açıdan yetiştirmenin de Türkiye’ye göre daha zor olduğunu düşünüyorum. Kalabalık aileleri seven biri olarak, çocuğun gözünün önünde örnek olacak bir dede, nine profili çok önemli geliyor bana. Ya da sokakta yürürken duyacağı bir ezan sesi, bir cami… Hepsi görsel, işitsel hafızasına etki edecek şeyler. Burada o imkan yok maalesef. Genel olarak baktığımda Türkiye’deki çocukların sürekli içinde bulundukları ortamlardan dolayı bildiği, aşina olduğu bazı terimlerin buradaki çocuklara çok yabancı olduğunu görüyorum. Mesela mukabele, hatim, ihvan… Hatta çocuğu Müslümanlığı çok farklı algılar, Müslümanlığın manasını anlamaz, diğer insanları uzaylı gibi düşünür düşüncesiyle “biz müslümanız” bile demeyen bir anne ile karşılaştım.
Anne babalara büyük görevler düşüyor. Bizim burada babaların otoritesi de zayıf çalıştıkları işten dolayı. Baba kendi uykusundan, işinden fedakarlık etmezse, çocuğun babayı göreceği zamanlar çok kısıtlı; bütün yük anneye kalıyor. Anne de yeteri kadar bilinçli değilse başka etkilere çok rahat kapılıyor çocuklar. Çevrede onu koruyacak başka örnekler de olmadığı için burada çocuk yetiştirmenin kolay olduğunu düşünmüyorum.
Merak edenler için İngiltere
İngiltere, Birleşik Krallığı oluşturan 4 ülkeden en geniş ve en kalabalık olandır. 60 milyondan fazla olan Birleşik Krallık nüfusunun %85′i (yaklaşık 50 milyon kişi) İngiltere’de yaşamaktadır. İngiltere adı, 5. yüzyıl’da Saksonlar’la birlikte adayı istila eden Cermen halkı Anglus’lardan, Angleland (Anglus Diyarı) olarak kullanılan isim, zamanla England şekline dönüşmüştür. İngiltere adı günümüzde yaygın olarak uluslararası medyada ve zaman zaman da resmi düzeyde Birleşik Krallık yerine kullanılır
İngiltere, Büyük Britanya adasının merkezi ve güney üçte ikisini, ayrıca çevredeki adaları (en büyükleri Wight Adası) kaplar. Kuzeyde İskoçya, Batıda Galler ile komşudur. Fransa’dan sadece 52 km uzunluğundaki Manş Denizi ile ayrılır. Manş Tüneli, ülkeyi kıta Avrupası’na bağlar. Fransa-İngiltere sınırı, kanalın tam ortasından geçer. İngiltere’nin büyük kısmı alçak tepelerle kaplıdır. Ancak kuzeye doğru biraz daha dağlık bir görünüm alır, Pennine Dağları ülkeyi kuzeyden güneye doğru ikiye ayırır. Buna karşın dağlar fazla yükselmez.
Londra İngiltere’nin en büyük şehri olduğu gibi dünyanın da önemli şehirleri arasındadır. Özellikle merkezi ve kuzey İngiltere’deki bazı kentler nüfus ve faaliyetler açısından önem taşır: Manchester, Birmingham, Leeds, Liverpool, Newcastle, Sheffield, Bristol, Coventry, Leicester, Nottingham ve Hull gibi.
İngiltere’nin en büyük doğal limanı merkezi güney kıyıda yer alan Poole’dür. Bu limanın, Avusturalya’daki Sydney’den sonra, dünyanın en büyük ikinci doğal limanı olduğu iddia edilir.
Okyanus etkilerinin ağır bastığı İngiltere iklimi son derece değişkendir. Havalar uzun süreli dengeli gitmez. Kışlar nisbeten yumuşak, yazlar ise serindir. Golf stream sıcak su akıntısının adaların iklimi üzerinde büyük tesiri vardır. Kuzey enlemde olmasına rağmen kışın sıcaklık ortalaması 7°C’dir. Kışın Britanya’nın batı kesimleri daha nemli, rüzgarlı ve ılıktır. Doğu bölgeleri Avrupa kıtasından gelen soğuk ve kuru rüzgarlardan etkilenir. Yazın ortalama sıcaklık güneyde 27°C, kuzeyde ise 15°C olur.
Halkın büyük bir kısmı üzerinde Anglikan kilisesi hakimdir. İskoçya kilisesinin 1,3 milyon taraftarı vardır. 6 milyon civarında Katolik, Metodist ve Baptist mezhepleri de mevcuttur. Ayrıca Müslüman, Mûsevi ve Budist dinlerine mensup halk da vardır.
Birleşik Krallıkta 5 ila 16 yaş arasında eğitim mecbûridir. Öğrencilerin % 95’i devlet okullarında ücretsiz eğitim görürler. Ayrıca özel okullar da bulunur. Okulların sayısı 38.000’i bulur. Devlet okullarında ortalama 20 kişiye bir öğretmen düşer. Birleşik Krallıkta 46 Üniversite, ayrıca 700’ü aşkın teknik ve ticari kolej, sanat ve öğretmen okulları gibi çeşitli yüksek eğitim kurumları vardır. İngiltere’nin en eski üniversitelerinden biri olan Cambridge Üniversitesi çok uzun yıllar önce eğitime açılmıştır. Üniversite kitaplığında iki milyon civarında kitap bulunmaktadır. Diğer eski üniversitesi ise Oxford Üniversitesidir.
Sağlık hizmeti, gelire bakılmaksızın mukim olan herkese verilir. Sosyal güvenlik sistemi, muhtaç durumda olan kimselere ve ailelere yardım sağlar. Hükûmet, sağlık hizmetinden doğrudan doğruya sorumludur. Sağlık hizmetleri ve sosyal güvenlik faaliyetleri mahalli sağlık kurulları ve sağlık yetkilileri tarafından yürütülür.
Çalışan nüfusun %40′ını sanayi kollarındakiler oluşturur. İngiltere sanayi devrimini Avrupa’da ilk gerçekleştiren ülkedir. Sanayi 18. yüzyıl’ın ikinci yarısında zengin taş kömürü yataklarının işletilmesiyle başlamıştır. Günümüzde taşkömürü üretimi azalmıştır (yılda 122 Mt) ve hepsi iç tüketimde kullanılmaktadır Buna karşılık hidrokarbon tüketimi artmıştır. Gemi yapımı ve motorlu taşıt endüstrileri çok gelişmiştir. Uçak sanayi ile birlikte daha birçok sanayi dalını bunlara eklemek gerekir. En eski endüstri kolu tekstildir. Ancak eski önemini yitirmiş durumdadır. Endüstrinin yanında tarım ikinci plandadır. Çalışan nüfusun ancak %5′i tarım alanındadır. Gerçekte doğal koşullar da tarıma pek elverişli değildir. Yetiştirilen başlıca ürünler; buğday, patates, şeker pancarı, sebze ve meyvedir. Hayvancılık, tarıma göre daha geniş bir yer tutar: 15 milyon baş sığır, 30 milyon baş koyun. Yılda 1 Mt balık tutulmaktadır. Yoğun gübre kullanımına karşın tarım üretimi nüfusu beslemeye yetmemektedir.
İngiltere’nin önemli gelir kaynağı eskiden bu yana ticaretti. Sömürgelerden ve geri kalmış ülkelerden alınan hammaddeler işlenerek yine bu ülkelere satıldığından ekonomik zenginlik büyük boyutlara ulaşmıştı. Sömürgeler bağımsızlıklarını kazandıktan sonra bu durum değişmiştir. Bununla birlikte çok uluslu İngiliz şirketleri (British Petroleum, Imperial Chemical Ins. ve Shell gibi) ve büyük bir ticaret filosu ticaret dengesini ülke lehine destekleyici etmenlerdir. Ancak gene de ülke ekonomisi zaman zaman bunalıma düşmekte, bu da toplumsal sorunlara yol açmaktadır.
Yorum Bırakın / Leave a Comment