Bir çoğumuzun görmek, bilmek, duymak ve hatırlamak dahi istemediği mülteci çocuklar! Çoğu zaman itilip kakılan, okula alınmayan, gitse bile diğer öğrenciler tarafından dışlanan, istenmeyen ve kendileriyle oynanmayan çocuklar! Hoşumuza gitmeyen bir şey yaptığında en ağır şekilde cezalandırdığımız göçmen çocuklar, başkalarının çocukları!

2000’li yılların başında İsveç’e göçmen başvurusunda bulunup da, başvuruları reddedilip, sınır dışı edilmesi emri verilen veya verilme tehlikesi içinde yaşayan ailelerin çocuklarında ve genç bireylerinde daha önce hiç bildirilmemiş bir hastalık rapor edilmeye başlandı. Hastalanan çocukların hepsi küçük yaşta veya genç kızlığa/delikanlılığa adım atma yaşlarındaki bireylerden oluşmakta idi. Bu çocuklar ağrı dahil hiç bir şiddetli uyarıya cevap vermiyor, oturamıyor, tek başına yeme, içme, tuvalet gibi hiçbir doğal ihtiyaçlarını karşılayamıyorlardı ama bunları oluşturacak hiçbir bedensel hastalıkları da mevcut değildi. Son aşamada ise sürekli derin bir uyku ile karakterize psikolojik koma diye tarif edebileceğimiz bir tablo ile seyreden bir hastalık görülmeye başlandı.

Bu çocukların hastalanma sürecine baktığımızda, genelde savaş bölgelerinden gelen ve yoğun şiddete maruz kalan aile çocukları olduğu görülüyor. Ayrıca bu çocuk ve gençlerin kendilerinin de fiziksel ve psikolojik travma geçirmiş oldukları tespit ediliyor. Tüm bu olumsuz ve psikolojik yıkıcı yaşam tecrübesine ek olarak, özellikle gençler ve çocuklar İsveç’teki iltica işlemlerinin uzun yıllar sürebilmesinden dolayı, sosyal belirsizlik ve aidiyet duygusunun gelişememesinin getirdiği stresle karşı karşıya kalıyor. 

Bu korkuyla bekleyen göçmen çocuklarda “Vazgeçme Sendromu” (Resignation syndrome veya Uppgivenhetssyndrom) adı verilen psikolojik hastalık gelişebiliyor. Hastalığın ilk bulguları olarak, çocuklar sosyal aktivitelerden kendini çekiyor ve daha az konuşmaya başlıyor. İlerleyen süre içinde çocuklar kendilerini tamamen dünyaya kapatmadan önce, gözlerini kapatıyor ve konuşmayı, yemeyi ve içmeyi bırakıyor. En son basamakta ise çocuklar, hiçbir şiddetli uyarıya dahi cevap vermeden kaskatı bir duruma geçerek bu koma durumunda aylarca ve hatta yıllarca kalabiliyor. 

İlginçtir ki, aileler İsveç’te oturum izni aldıktan aylar sonra, bu çocukların bazılarında sağlıklarında ilerleme gözlemlenirken, ne yazık ki çocukların bir kısmında koma durumu kalıcı olmaktadır. Hala uyanmamış, derin uykudan uyanmayı bekleyen çocuklar var. Bu hastalık en yoğun şekilde özellikle eski Sovyet ülkelerinden göçenlerde ve Çingene göçmen çocuklarında görülmektedir. Bu hastalığın ilk tarif edildiği ülkenin İsveç ve vakaların çoğunun da bu ülkeden çıkmış olmasına bakarak, sadece İsveç’e münhasır olduğunu düşünmek yanlıştır. Bu hastalık, şiddet bölgelerinden kaçarak canlarını kurtaran çok miktarda göçmenin akınına uğrayan ve göçmenlik başvuru işlemlerinin yavaş yürüdüğü diğer ülkelerde de, sürekli ülkeden atılma tehlike ve tehdidi altında yaşayan çocuklarda da değişik şekillerde görülmektedir.  

Vazgeçme Sendromu” diye adlandırılan bu hastalık, her ne kadar ilk defa İsveç’te görülmüş ise de, dünyadaki diğer mülteci kamplarında ve Yunanistan’ın Midilli Adası’nda yaşayan mülteciler arasında da görüldüğü rapor edilmiştir. Kamplardaki kötü yaşam koşulları, cinsel saldırı ve şiddet olayları ile artan umutsuzluk ve yok olan aidiyet duygusu burada yaşayan muhacir çocukları arasında bu hastalığın yayılması için son derece uygun bir ortam oluşturmaktadır. Midilli Adası’nda, yaşları 3 ila 12 arasında değişen ve yürüyememe, herhangi bir göz teması sağlayamama ve yemeyi reddetme gibi belirtiler gösteren sığınmacı çocukların varlığı rapor edilmiştir. Bu çocuklar henüz koma durumunda olmasa bile, büyüdükleri zaman geliştirecekleri ruhsal yapı ve karakter henüz bilinmemektedir.

Bu sendrom, çocukların yaşadıkları travmanın bir tür dışa vurumudur. Yapılması gereken en önemli işlerin başında, baba ve anneleri de dahil olmak üzere özellikle çocukları, yaşadıkları fiziksel ve psikolojik travmaya neden olan durumdan ve mülteci konumundan kurtararak, güvende olduklarını hissetmelerini sağlamak gelmektedir. Bu sayede, çocukların yaşama umutla bakmalarına, yaşamaya değer bir şeylerin olduğuna inanmalarına olanak verilebilir.

Bu hastalığa sahip her çocuğun kendine özgü bir hikayesi vardır. Bu yüzden bu hastaların tanı ve tedavisinde geleneksel yaklaşımlar yerine, dikkatle düzenlenmiş ve kişiselleştirilmiş tedaviler uygulanması gerekmektedir. Hastalık tanısı koymadan önce, hastaların nörolog, çocuk psikiyatristi ve sosyal gelişim uzmanı tarafından beden ve ruh sağlığı irdelenirken, hangi ailede yetiştiği ve geldiği kültürel alt yapısının da çok iyi sorgulanması gerekmektedir. Bu çocuklar tüm bu tedavi uygulamalarına rağmen uyanmayabilir veya uyansalar bile ruhsal olarak tamamen iyileşmeyebilirler. 

İlginçtir ki bu hastalık yukarıda bahsettiğimiz gibi, yoğunlukla İsveç’teki göçmen çocuklarda görülmekle birlikte, diğer ülkelerdeki göçmen çocuklarda da değişik form ve tablolarda görülmektedir. Hastalığın teşhisinde ülke ve ırklar arasında farklılıklar gözlenmektedir. Bu yüzden ülkemizdeki göçmen çocuklara karşı hem birey hem de toplum olarak davranış ve uygulamalarımızda son derece dikkatli olmamız gerekmektedir. Yoksa hem çocuk, hem aile, hem de ülkemiz için tamiri zor, çözümü uzun zaman alıcı veya hiç kapanmayacak yaralar ve problemlere yol açabiliriz.

Okuma ve izleme listesi:

Life Overtakes Me (Film on Netflix)

Perspektif

NPR

Hakan Özdener

Şaban 1442/Mart 2021