İnanırız ki, insan Adem peygamber ve Havva anamızın nesli. Dış görünüş olarak, neredeyse aynısı veya benzeri bir diğerinin. Ancak aynı anne ve babadan gelseler, ana hatları ile benzeseler de iç âlemleri farklıdır adem oğlu ile havva kızının.
Mecburiyet ile kurulan menfaat birliktelikleri mutlu etmez onu. İlla ki, yaşadığı birlikteliklerden gönlü mutmain olsun ister.
Mensup olduğu, birlikte bulunduğu, yakınlık kurduğu insanların karakter ve şahsiyetlerinden etkilenir. Kimlerle beraberse onların rengine boyanır, üzerine onların kokusu siner.
Ya da aksi olur. Kendi rengini verir, kokusu siner yoldaşlarının üzerine.
Maslow’un meşhur piramitinde yeme, içme ve güvenlik- korunma ihtiyaçlarından hemen sonra “ait olma” ihtiyacı gelir. Hepimiz bir aileye, bir gruba ait olmak isteriz. Maslow’a göre aidiyetsizlik duyan bir insanın kendine güveni düşük olur ve kendini gerçekleştiremez.
Güvenlik, barınma, sevgi veya nefret ortaklığı gibi sebepler, bir yere, topluluğa, aileye, millete, gruba, zamana, bir fikre ait hissetmek ait olmayı bilinçli olarak seçerken etkili olan faktörlerdir.
Teknolojik alanda yaşanan gelişmelerin neticesinde oluşan sanal dünyalara, sahte kişiliklere hissedilen aidiyet, hayal aleminde oluşan bir ait olmayı ifade eder.
Kalben yakınlık hissederek olsun, bilinçli bir tercih ile seçtiği olsun hangi toplulukla birlikte ise insan, onlardan biri olarak onlara ait olur.
Ben iken, birlikte yürüdüğü insanlar ile biz olur. Bu aidiyeti ve mensubiyeti kişinin kimlik belgesi gibi, dışardan bakana bilgi verir. İnsandan yansıyanlar, geride bıraktığı çöpler dahi okumasını bilene çok şey anlatır mensubiyeti konusunda.
Ait olduktan sonra farklı olmak ister insan. Biz olduklarının içinde ben olduğunu anlatma ve kanıtlama çabası içine girer.
Lüks tutkusu, marka takıntısı aynı olanın içinde maddi açıdan zirve ifadesi taşır. Eneye hitap eder, farklılık vurgusu yapar, üstünlük duygusu yaşatır…
Ait olup aidiyet hissetmekte sessiz, zarif, yumuşak bir katılım hissi vardır, buna mukabil ait olunan, ait olanı biraz sertçe ve kurallar koyarak sahiplenir.
Aidiyet hissi zamanla bağlılığı getirir. Bağlılık ileri boyutlara geçerse bağımlılığa dönüşür.
Aidiyet ihtiyacı insan anne karnına ilk düştüğü andan itibaren başlar. İlk bağlandığı annesidir.
Toplumsal aidiyete etki eden faktörlerden ilki aileye olan bağlılık duygusudur. İnsan yaş aldıkça dini, milli ve etnik gruplara bağlılığı ifade eden sosyal gruplara aidiyet gelir.
Aileden, doğduğu yerden ayrılır zaman içinde. Doyduğu yerlerde çoğu zaman aidiyetsiz ve yanlız olarak yaşam sürdürür.
İlk zamanlarda teknolojik aracıların kullanılmasıyla azalsa da yaş ilerledikçe ilk aidiyet duyulan, aklının, gönlünün takılı kaldığı yere, ailesine, köyüne, doğduğu yerlere hasret artar.
Dönmek, ana kucağı gibi ait olduğunu hissettiği yerlere sığınmak, yanlızlığını gidermek ister.
Her neye olursa aidiyeti güç verir insana. Bu durumu Harvard Üniversitesi halk sağlığı bölümünden Dr. Thomas Glass üç bin kişiyi, on yıl boyunca takip ettiği araştırmasında, güçlü sosyal bağlara sahip olan insanların çok daha sağlıklı, mutlu, huzurlu yaşadıklarını bilimsel olarak kanıtladı. Bu insanların yaraları çabuk iyileşiyor, hastalıkları hafif geçiyor, yaşlılıkları da daha sağlıklı sürüyor.
Görünen o ki güçlü aile ve sosyal bağlar, Şafi isminin tecellisinin fertler üzerinde görünmesine vesile oluyor.
Ancak insanların çoğu doydukları yerlerde yaşamak durumunda. Göçe kona başka başka diyarlarda yaşayanlar, bulundukları yeri olabildiğince kendileri için güzelleştirmeliler.
“Herkesin dünyada varsa bir yeri,
Ben de bütün dünya benimdir derim.”
der Necip Fazıl.
Dünyayı küçültüp, yurt edinenlerin ölçüsü, dünyaya gelmeden önceki aidiyetlerine nispetle Efendimizin As’ın tavsiyesi olmalıdır.
Buna göre, hiç ayrılmayacakmış gibi hâzır oldukları mekan için, yarın ayrılacakmış gibi de ait hissettikleri yer için çalışıp, yaşamalılar.
Hümeyra Coşan Uyarel
Yorum Bırakın / Leave a Comment