Saliha hanım, öncelikle röportajımıza katıldığınız için teşekkür ederiz. Sizi biraz tanıyabilir miyiz?

Ben teşekkür ederim. 1983 Tokat Merkez doğumluyum. Uganda’ya gelmeden önce İstanbul Eyüpsultan’da ikamet etmekteydim. Bir buçuk yıldır Uganda’da yaşıyoruz. İki çocuk annesiyim, 5 yaşında bir oğlum ve 2 yaşında bir kızım var. Tokat İmam Hatip Lisesi 2000 mezunuyum. Şu anda İlahiyat öğrencisiyim. Uganda-Entebbe şehrinde uluslararası bir yemek şirketine pasta, börek türü ürünler yapıyorum.

Uganda’ya gitme fikri nasıl ortaya çıktı ve gelişti, bize bundan biraz bahsedebilir misiniz?

Buraya yerleşme fikri eşimin kararıydı. Uganda’yı ben de ilk defa ondan duydum. Burayı tercih etmesinin sebebi, Doğu Afrika’nın en güvenli ülkesi olması ve tropikal bir iklime sahip olması. Yıllardır hayaliydi, endişelerimin olmasına rağmen ben de kararına saygı duydum. Uganda ticari açıdan çok hızlı gelişmekte olan bir ülke. İş adamları buraya akın ediyorlar. Çinliler başta olmak üzere Türk iş adamları da ikinci sırada yer alıyor. Bir kısmı burada iş yapmaktan çok memnun, bazıları da bir takım sıkıntılarla karşılaşıyor ve Türkiye’ye geri dönüş yapmak zorunda kalıyor. Bizim işimiz burada inşaat sektöründe. Eşim villa site yapıyor.

Ailece yerleşmeye hemen karar vermedik, ilk önce eşim yerleşti, biz Türkiye’de kaldık. Bir kaç ay yaşam ve iş şartlarını deneme süreci oldu. Buraya yerleşmeyi düşünenler genelde böyle yapıyorlar, yani önce evin reisi geliyor, ailelerini bir kaç ay sonra getiriyorlar. Deneme süreci bittikten sonra gerekli aşılarımız yapıldı ve 2011 Ekim ayında Uganda’nın başkenti Kampala’ya yerleşmiş olduk.

Uganda’ya gelmeden önce endişeleriniz olduğundan bahsettiniz. Bu endişelerden bahsedebilir misiniz?

Uganda’ya geleceğimiz belli olunca uzun bir süre araştırma sürecim oldu, bu şekilde endişelerim de oluştu. Endişelerimin oluşmasındaki ilk ve önemli olan sebep sağlık, ikincisi de çocuklarım için eğitim şartlarıydı. Sıtma hastalığı burada çok yaygın. Benim en çok korktuğum da bu hastalıktı ama buraya yerleşince endişemin yersiz olduğunu anladım.

Türkiye’de insanlar nasıl grip oluyorsa, Uganda halkı da sık sık sıtma hastalığına yakalanıyor ama doktorlar bu alanda uzmanlar. Gerekli ilaçlar kullanıldığında tedavisi mümkün. Diğer hastalıklar konusunda da sıkıntılar yaşıyoruz maalesef. Doktorların tavsiye ettiği ilaçlar Hint ilaçları ve hiçbir faydası olmuyor. Bu sebeple Türkler Uganda’ya gelirken gerekli ilaçlarını yanlarında getiriyorlar.

Eşimin Uganda’ya yerleşmeden önce bir haftalık ön araştırma gezisi olmuştu. Dönüşte oradaki yaşam şartlarından biraz bahsedince içim bir nebze olsun rahatladı. Eğitim konusunda araştırması olmuştu mesela. Uganda’da bir kaç tane uluslararası okul var. Amerikalı, İngiliz ve Hintli ailelerin çocuklarının büyük bir çoğunluğu bu okullarda eğitim görüyor. Sistem Türkiye’den çok farklı olsa da eğitimleri kaliteli.

Gerekli aşılardan da bahsettiniz, Uganda’ya gitmeden önce yapılması gereken başka hazırlıklar var mı?

Afrika ülkelerine yolculuk yapmadan önce yapılan “sarı humma” aşısı var. Sarı humma buralarda çok sık rastlanan hastalıklardan birisi. Bu hastalık sıtma mikrobu taşıyan bir sineğin kişiye temasta bulunması ile oluşuyor. Aşı çok ağır ve yan etkileri fazla olduğu için 2 yaşından küçük çocuklara bu aşı yapılmıyor. Çocuğu küçük olanlar bu süreyi doldurmadan Uganda’ya gelmek istemiyorlar. Benim kızım buraya yerleştiğimizde 8 aylıktı ve aşı olmadan geldi, sıkıntı da olmadı çok şükür. Sarı humma aşısı Uganda’da da yapılıyor.

Önemli olan bir husus daha var; buraya gezmeye gelen insanlar sıtma mikrobunu alıp, farkında olmadan ülkelerine geri dönüş yapıyorlar. Hastalık kendini on beş gün sonra gösteriyor. Belirtileri aynı grip gibi olduğu için Türkiye’deki veya başka ülkelerdeki doktorlar bunu fark edemeyebiliyorlar. Yapmanız gereken; Uganda’ya geldiğinizde, buradan geri dönerken yanınızda sıtma ilacı götürmektir. En ufak bir kırgınlık hissettiğinizde hemen sıtma testi yaptıracağınız bir yer bulup sonuç pozitif ise ilaçlarınızı almanızdır. Bizler Türkiye’ye tatile gittiğimizde mutlaka ilaçlarımızı yanımıza alıyoruz. Böylece sıkıntı olmuyor.

Ayrıca su çiçeği de burada çok yaygın ve tehlikeli bir hastalık. Yeni doğan bebeklere hemen su çiçeği aşısı yapılıyor. Buraya gelen ailelerin çocuklarının aşılarının tam olması gerekiyor. Benim oğlum geçen ay su çiçeğine yakalandı ama daha önceden aşısı olduğu için sıkıntısız çok kolay atlattı Elhamdülillah.

Endişelerinizin gerçekleşmediğine sevindik Saliha Hanım. Fakat bunca tehlikeli hastalıklar karşısında umarız hastaneler iyi hizmet verebiliyorlardır.

Maalesef burada hastane şartları çok ilkel. Bu sebepten dolayı olsa gerek, Uganda’nın yaş ortalaması 40. Şehir merkezinde, sokaklarda hiç yaşlı insanlara rastlamıyoruz. Nadir de olsa genelde köylerde yaşlı insanlar var, onlarda en fazla 50-60 yaşlarında.

Uganda’yı ilk gördüğünüzdeki izlenimleriniz nelerdi? Alışma evresinde ne gibi zorluklar ya da kolaylıklarla karşılaştınız?

Her ne kadar ön bilgim olsa da buraya ilk geldiğimde beni şaşırtan ve alışmakta zorlandığım bir çok mesele oldu. Yollara alışmakta çok zorlandım mesela. Şehir merkezi haricinde yollar hep toprak ve çukurlu, çok fazla miktarda toz var. Hijyen açısından sokaklar, pazarlar, alışveriş mekanları Türkiye’den çok farklı. Bunların hepsine alışmak ilk zamanlar çok zor olsa da artık hiç dikkatimi çekmiyor ve bana normal geliyor.

Ayrıca bir yıl boyunca da hiç sularımız akmadı. Şehir merkezinde su problemi yok ama çevre bölgelerde, özellikle de yüksek kısımlarda evlerde su yok. Her evin yaklaşık on tonluk su deposu var. Bu depolar çatıdan akan yağmur suyunu biriktiriyor ve depo doluyor. Bu şekilde bir yıl süreyle yağmur suyu kullandım. Hem çok zor oldu hem de çamurlu su olduğu için hastalandık. Şu anda şehir merkezine taşındım, Elhamdülillah su sorunumuz kalmadı.

Benim için, hala alışamadığım tek ve en büyük problem elektrik sorunu. Uganda’da elektrik olmayınca hayat tamamen duruyor. Bu yıl biraz daha iyi ama ilk geldiğim zaman üç dört gün hiç gelmediği oluyordu. Baraj projelerinin olduğunu biliyorum ama henüz faaliyete geçmedi. Şimdi biraz daha iyi, bir gün var bir gün yok. Daha iyiye gider ümidi ile bekliyoruz inşaAllah.

Buranın kolaylık ve güzelliklerinden bahsedecek olursam; havası, doğallığı, yeşilliği Uganda’nın bütün zorluklarını unutturuyor. Buradaki bütün evler bahçeli. Türkiye’den sonra böyle bahçeli bir evde yaşamak bana ve çocuklarıma tarifi imkansız duygular yaşattı. Bahçemde kendi sebzelerimi yetiştiriyorum. Türkiye’de tükettiğimiz kıvırcık, maydanoz, roka gibi bazı yeşillikler burada yetişmiyor. Türkler bunların tohumlarını getirip bahçelerine ekiyorlar. Beni burada mutlu eden diğer şeyler ise; sabahları horoz sesi ile uyanmak, bahçemdeki tavuklar, otlayan keçiler ve tam bir köy hayatı yaşamamız.

Olumsuzlukları olsa da Uganda’yı bu güzel yönleri ile gözümüzde cazip bir hale getirdiniz Saliha Hanım. Bol yağışlı olup, kurak bir iklimi olmamasına sevindik, umarız yakında yapacakları baraj ile Uganda halkına daha iyi bir hizmet sunabilirler. Ülkenin başka ne gibi özellikleri var, biraz daha bahsedebilir misiniz?

Uganda, ekvatorun üzerinden geçtiği 11 ülkeden biridir. Ülkenin deniz seviyesinden yüksek olması sebebiyle iklimi ılımandır. Sıcaklık 18-30 derece arasında değişiyor. Dünyanın ikinci büyük tatlı su gölü olan Victoria Gölü’nün büyük bir bölümü Tanzanya ve Uganda’da, küçük bir bölümü ise Kenya topraklarında kalıyor. Victoria Gölü, Beyaz Nil Nehri’nin ana kaynağıdır. Beyaz Nil ile gölün birleştiği kısım Uganda’nın Jinja şehrinde bulunuyor. Buraya gelirseniz mutlaka Jinja’ya gitmenizi öneririm. Su muazzam bir şekilde kaynıyor.

Uganda’nın ekonomisi tarıma dayanıyor. Yetiştirdikleri yiyecekler; muz, süpürge darısı, mısır, yer fıstığı ve susam. İhracat için yetiştirilen ana ticaret bitkileri de; kahve, pamuk ve çay. Kahve, mısır ve çayları inanılmaz lezzetli olduğu için biz Türkler bu yiyeceklerin özlemini yaşamıyoruz. Bunun haricinde hemen hemen bütün sebzeler yetişiyor. En güzeli de hormonlu hiç bir yiyeceğe rastlamıyoruz. Bütün sebzeler ve tohumları doğal. Mesela karnabaharları portakal büyüklüğünde, bezelyeler mercimek büyüklüğünde. Fakat Türkiye’de tükettiğimiz sebzelerin bir kısmı burada yetişmiyor.

Hormonsuz ve tabii gıdalar konusunda çok şanlı olduğunuzu söylersek yanılmayız o zaman Saliha Hanım. Peki Uganda’nın insanları nasıl insanlardır?

Yerli halkın karakteri hakkında bilgi verecek olursam; uysallar, özellikle beyazlara karşı saygılılar, kibarlar. Kendi aralarında kavga dahi ederken şiddete meyilli değiller. Sokaklarda görüyoruz mesela en şiddetli kavga, birbirlerine karşı yüksek sesle konuşmaları, bu bizim çok dikkatimizi çekmişti.

En kötü özellikleri de; hırsızlık. Maalesef çok yaygın ve çok normal karşılanıyor. Bir evde yıllardır çalışan, besleyip evlendirdiğin bir kişi, bir gün evde kimse yokken, evdeki bütün eşyaları kamyona yükleyip kayıplara karışabiliyor. Burada bir kaç Türk ailenin de başına geldi bu durum. Ya da bir gece yarısı kapıdaki arabayı alıp kaçıyor. Bu bizi çok üzen, enteresan bir durum, Uganda halkına bu konuda hiçbir şekilde güven olmuyor.

Kanun deseniz, kanun burada “rüşvet”. Kim biraz daha fazla veriyorsa o haklıdır Uganda’da. Bu konularda merhamet yok, anlayış yok. Özellikle de beyazların zengin olduklarını düşündükleri için onların işlerini zorlaştırmak için ellerinden geleni yapıyorlar.

Uganda’da hangi dil konuşuluyor? Siz onlarla nasıl iletişim kuruyorsunuz, yerel dili kullanmak zorunda kalıyor musunuz?

Yerel dil Lugandaca, resmi dil ise İngilizce. Halkın %25’i okula gitmediği için İngilizce bilmiyor. İngilizce bilmeyenler ile anlaşmakta zorlanıyoruz. Her kabilenin dili de farklı olduğu için yerli dili öğrenme şansımız da olmuyor.

Uganda’nın etnik yapısı nasıl? Var ise insanlar arası sınıf farkından ve yaşam şartlarından da bahsedebilir misiniz?

Ülkenin %5’lik bir kısmını yerli Hintliler oluşturuyor. Uganda’da bulunan fabrikaların tümü Hintlilere ait. Hindular burada üstün ırk oluyor. Uganda halkı Hintlileri hiç sevmiyor, çünkü yüzyıllardır yerli halka zulüm etmişler ve ne yazıktır ki bu hala devam etmekte.

Uganda’da zengin olan ailelerin evinde, ki buna beyazlar ve Hintliler de dahildir, yerli halktan hizmetçiler var. Yani aslında kölelik burada devam ediyor. Uganda halkı için beyazlarla birlikte, evlerinde veya işyerlerinde çalışmak çok büyük bir nimet, çünkü saygı görüyorlar. Özellikle de Türkleri çok seviyorlar. Türklere güveniyorlar ve dürüst olduklarını düşünerek alışverişlerini onlarla yapmaya çalışıyorlar.

Uganda Afrika’nın en zengin ülkelerinden biridir diyebilirim, çok fazla zengin var. Kampala’da zenginlerin yaşadığı evler minik sarayları andırıyor. Farklı bölgelerde yaşıyorlar. Fakir kesimin yaşam şartları ise çok ilkel. Kendilerine pişmiş topraktan tek odalı evler inşa ediyorlar. Mesela on kişilik bir aile bu tek odalı evde kalabiliyor. Daha fakir kesimlerde tahtalardan ve tenekelerden yapılmış barakalarda yaşıyorlar. Bu mahallelerde güvenli bir ortam olmadığı için buralardan ancak araba ile geçebiliyoruz. Büyük küçük, onları en mutlu eden şey yeni kıyafet, inanılmaz mutlu oluyorlar ve nasıl teşekkür edeceklerini bilemiyorlar.

Uganda’da Müslümanların genel durumundan bahsedebilir misiniz? 

Benim en çok ilgimi çeken ve hoşuma giden, muhteşem kıraatları. Gırtlak yapıları aynı Araplarınki gibi. Arkalarında namaz kılarken sanki Kabe’de gibi hissediyorsunuz kendinizi, aynı Kabe imamları gibi okuyorlar. Ben gözümle görene kadar kasetten yayınladıklarını düşünüyordum hep. Rabbime hamdü senalar olsun ki, sabah namazlarında ve cuma namazlarında evime Kur’an sesleri geliyor ve ben dinlemeye doyamıyorum.

Buradaki en büyük cami 1980’li yıllarda Muammer Kaddafi’nin yaptırdığı ve kendi ismini verdiği camidir. Kaddafi bu devasa camiyi Uganda kralının eski eşi ile evlendikten sonra yaptırmıştır.

Diğer camiler mescit şeklinde yapılmış mekanlar. Her vakit ezan okunmakta ama cami cemaati cuma günlerinin haricinde çok az.

Arapların hafızlık yaptırdığı kurslar var. Türklerin de açtığı iki tane Kur’an kursu var. Ağırlıklı Arapça ve hafızlık eğitimi veriyorlar. Mbale şehrinde, Uganda’dan başka bazı Afrika ülkelerinden de Müslüman öğrencilerin öğrenim gördüğü, İngilizce ve Arapça eğitim veren bir İslâm Üniversitesi de var.

Ugandalı Müslümanların yaşam tarzı çok farklı, şuurlu Müslüman değiller ne yazık ki. Dindar veya muhafazakar kesim diye ayıramıyoruz bile. 

Uganda’daki Müslümanların çoğu Şafii ve Hanefi mezheplerine bağlı Sünni Müslümanlardır. Az miktarda da olsa Şia ve Selefi mezhebine mensup olanlar da var. Çok yaygın olmasa da Bahailik ve Kadıyanilik propagandaları var. Ayrıca Ağa Khan adında Hindistan asıllı çok zengin bir tarikat var. Müslüman kisvesi altında olmalarına rağmen Ağa Khan’ı peygamberlik mertebesine yükseltiyorlar. Sosyal statüde iyi yerdeler ve ekonomik olarak da çok iyi durumdalar.

Yönetimde bulunanlar ülkedeki farklı din mensuplarına karşı nasıl bir politika takip ediyorlar?

Eskiden, Müslüman nüfusun Hıristiyan nüfusundan az olmasına rağmen, şimdikinden daha fazla olduğu söyleniyordu. Fakat şu anki Başkan Museveni, darbe ile iktidara geldiğinden bu yana Müslüman nüfus oranı %30’lara kadar düştü. Kayıtlarda bu sayı daha da düşük gösteriliyor. Müslüman nüfusun azalmasında 1980’deki katliamdan ziyade, misyonerlik faaliyetleri ve misyoner kurumlarının çok sıkı çalışmasının etkili olduğu söyleniyor.

Müslümanlarla Hıristiyanlar çok fazla iç içe olduğundan Müslümanlara baskı olduğu söylenemez. Örneklemek gerekirse, bir ailede sekiz kardeşten dördü Müslüman, dördü Hıristiyan olabiliyor. Fakat yine de, Müslümanları stratejik ve önemli noktalara getirmemeye özen gösteriyorlar. Rüşvet çok yaygın olduğu için politikacılar şahsi çıkarlarını halkın çıkarlarından önde tutuyorlar.

Ecdadımız Osmanlı, Ugandalı Müslümanların kilise altında zulüm görmesine dayanamayıp, 19. yüzyıl sonlarına doğru bu ülkeyi Osmanlı Devleti’ne bağlamış, fakat sonradan bu topraklar İngilizlerin işgaline uğramış. Şimdilerde de İngiliz işgalinin izleri hala görülebiliyor mu?

İngilizlerin sömürge etkileri devam etmekte. Bir çok yerde İngiliz egemenliğinin etkilerini görmekteyiz fakat ilginç bir tezattır ki, İngilizlerin bu kadar sömürgeciliğine rağmen Ugandalılarda genel bir İngiliz hayranlığı var. Bunun sebebi de, İngilizlerin zulümlerini Hintlileri kullanarak yaptırmaları ve kendilerinin geri planda kalmalarıdır. Bu sebepten, Ugandalılar Hintlilerden nefret ediyor, İngilizleri de kendilerini zalim Hintlilerden kurtaran beyazlar olarak görüyorlar.

Resmi dilin İngilizce olması başlı başına bir sömürge etkisidir zaten. Burada kırk sekiz farklı kabile var ve bunların ortak bir dilleri yok, her kabilenin farklı bir dili var. Dolayısıyla kendi aralarında bile ortak dil olarak İngilizceyi kullanıyorlar. Bunun haricinde erkeklerin birçoğu İngiliz futbol takımlarının taraftarlığını yapmaktadır. Bir örnek daha vermek gerekirse, İngiliz sisteminde olduğu gibi trafik soldan işlemektedir.

Uganda tarihinde öne çıkan şahsiyetlerden birinin de İdi Amin adlı Müslüman devlet başkanı olduğunu biliyoruz. Uganda’nın kahramanı olarak kabul edildiğini sandığımız İdi Amin’in günümüzde İslami çevrelerde etkisi var mı acaba?

İdi Admin’in İslami çevrelerde hiç bir şekilde etkisi yok, hatta maalesef unutulmuş. Hatta birçok Ugandalı, İdi Amin’i cahil ve diktatör biri olarak tanımlamasına rağmen, yine de ülke için yaptıklarını kabul edip takdir ediyorlar. Şu andaki hastaneler ve okullar da dahil olmak üzere bina ve alt yapının büyük bir kısmının İdi Amin zamanından kaldığı söylenmekte. Halkın büyük bir çoğunluğunun İdi Amin’i şu andaki mevcut başkana tercih edeceği söylenebilir. Örneklemek gerekirse İdi Amin hayatta olsaydı ve adil bir seçimde adaylığını koysaydı, tekrar seçileceğini düşünen bir çok insan var. Şu anki başkanın ülke için hiçbir katkısının olmadığı söylenmektedir.

Tekrar size dönelim Saliha Hanım. Yurt dışında çocuk yetiştirmenin zorluklarından ve kolaylıklarından bahsedilir ve kıyas yapılır genelde. Sizin çocuklarınızı Uganda’da büyütmenizin ne gibi avantaj/dezavantajları var?

Uganda’da çocuk yetiştirmek, özellikle İstanbul gibi bir şehirden gelenler için büyük avantaj. Havası, yeşilliği ve doğal ortamları çocuklarımız için bulunmaz bir nimet. Buradaki bütün küçük çocuklar çok mutlular ama 15-20 yaş arası gençlerimiz için aynı şeyi söyleyemeyeceğim. Okul, arkadaş ve çevre değişikliği onları çok etkiliyor. Aileler bu konuda sıkıntı yaşayabiliyorlar.

Dez avantaj olarak da, daha önce belirttiğim gibi, sağlıkla ilgili sorunlarımız olduğunda doktor, ilaç ve sağlık hizmetleri sorunları ile karşılaşıyoruz. Türk çocukları yerlileri çok seviyor. Bunun sebebi, yerli halkın Türklere karşı sıcak tutumundan da olabilir belki. Benim iki yaşındaki kızımın da yerlilere karşı büyük bir ilgisi var, çok seviyor.

Büyüklerinden, kuzenlerinden uzakta olmak çocuklarımızı çok etkiliyor. Her ne kadar burada mutlu olduklarını bilsek de, her zaman Türkiye özlemlerini hissettiriyorlar. Henüz anaokulu öğrencisi olan oğlumun, defterinde bulduğum bir yazısı beni çok etkilemişti: “Eğer kanatlarım olsaydı İstanbul’a uçardım.”

Röportajımızın ilk başında uluslararası bir yemek şirketinde çalıştığınızı söylemiştiniz. Yemek yapmaktan ve hatta yaptıklarınızı özel bloğunuzda başkaları ile paylaşmaktan hoşlandığınızı biliyoruz. Biraz da Uganda’daki ve sizin damak tadınıza uyan, beğendiğiniz yiyeceklerden bahsedebilir misiniz? İstediğiniz her ürünü bulabiliyor musunuz?

Uganda’da yeşil muz yetişiyor. Zengini de fakiri de bu yiyecekten vazgeçemiyor. Yiyeceklerini odun kömüründe, mangal tarzı ocaklarda pişiriyorlar. Biz Türklerin de severek tükettiğimiz bu yemeğin ismi “Matokee”. Tadı patatese benziyor. Aynı zamanda tatlı patates de yetiştiriyorlar. Piştiğinde tadı kestaneye benzeyen bu sebzeyi de Türkler severek tüketiyor.

Burada istediğimiz her ürünü bulamıyoruz maalesef. Yiyeceklerimizin çoğunu uçakla Türkiye’den getirtiyoruz, bu da kolay olmuyor tabi. Hayvancılık burada çok yaygın olmasına rağmen ilginçtir ki, peynir ve tereyağı yapmayı bilmiyorlar. Mesela bol miktarda keçi var ama keçinin sütünü sağmıyorlar, değerlendirmiyorlar.

Burada yiyecek konusunda yaşadığımız en büyük sıkıntı kahvaltılık ürünlerinin olmaması. Ugandalıların kültüründe bizim kahvaltı anlayışımız yok. Sabahları sadece bir tane muz yiyerek kahvaltı ihtiyaçlarını gideriyorlar. Aynı zamanda ekmek de tüketmiyorlar. Süper marketlerde tost ekmeği bulunuyor ama şekerli olduğu için biz Türklerin damak zevkine uymuyor. Bu anlamda sıkıntı yaşıyoruz. Beyaz insanlarda ekmek tüketiminin fazla olmasını fark eden bir kaç pastane, daha yeni yeni tuzlu ekmek üretimine başladı.

Marketlerde kahvaltılık hiç bir şey bulamıyoruz, peynir, zeytin gibi ürünleri Türkiye’den getiriyoruz. Aylarca sadece yumurta ile kahvaltı yapabiliyoruz. Ayrıca salça, yaprak, kuru gıdalar, pasta börek çörek malzemelerini de tatile gittiğimizde beraberimizde getiriyoruz.

Sebze hususunda sıkıntı yaşamıyoruz çok şükür. Ispanak, pırasa burada yetişmiyor, bulamıyoruz ama onun haricinde her türlü sebze mevcut ve doğal olduğu için hepsi de çok lezzetli. Buraya ilk geldiğimde beni şaşırtan bir durum da, yumurtaların sarı olması gereken kısmının da beyaz olduğuydu. Köy yumurtalarında içi sarı yumurta bulabiliyoruz ama çiftlik yumurtaları doğal olduğu için iç kısmı da beyaz. Tavuklar yol kenarlarında telden kafeslerde canlı olarak satılıyor, herkes tavuğunu alıp kendi kesiyor.

Allah kolaylıklar versin. Sizi ve Uganda’yı tanımaktan büyük bir mutluluk duyduk Saliha Hanım. Bize zaman ayırdığınız ve bizi Uganda hakkında bilgilendirdiğiniz için çok teşekkür ediyoruz. 

Röportaj: Filiz Arslan- 2015