Aile büyüklerinin yanında toplumdan izole olduğumuz köy az sayıda insan ve çok sayıda tabiat canlısından oluşan bir nüfusa sahip. Bu yazıda hayvanat ve nebatat ile iç içe yaşamakta olan köy sakinlerinin zaman içinde korunan yahut değişime uğrayan nice alışkanlığını ibret nazarıyla hikaye etmek arzusundayız.

Bütün köylülerin bahçesinde muhakkak ceviz ağaçları ve üzüm bağları bulunur. Eskiler ceviz ve üzümün arifi idi ama hangi meyve ağacının nasıl yetiştirildiğinin, tohumunun nasıl hazırlanıp çitil dedikleri fidenin nasıl bakıldığının cahiliydi. Ceviz ağaçlarının altına ekin (buğday) ya da arpa (yemlik) eker, onu hasat edince yonca (yemlik) yahut fiğ (bir tür yemlik ot) ekerlerdi. Topraktan senede iki defa mahsul alır, hiç nadasa bırakmazlardı. İkinci sefer ekmelerinde bir hikmet saklıydı ki hayvan yemi olarak ekilen yonca ve fiğ toprağı besleyip güçlendirir, ayrık otlarına da fırsat vermezdi. Köylüler hayvanlarına suni yem yedirmez, bu doğal yemlerden toplayıp kurutup kışın yedirirler, buğdayı da sene boyu kendileri yerlerdi.

Köyün her sakini hayvan yetiştirir, hiçbir köylü hayvansal ürünlerden yana mahrumiyet yaşamazdı. Yoğurt günün her öğününde sofraya birkaç suretle davet olunurdu. Her yörenin bir tarhanası var ya, bu yörenin tarhanası haddizatında yoğurdu en bol olanı idi. Yoğurdun en güzel katığı ise ekin denen buğdaydı. Aş katmacı ismiyle sofraların baş tacı edilirdi.

Ekinler toplanıp tanesi seçilince değirmenin yolunu tutardı. Kah pilavlık bulgur, köftelik bulgur, simit bulgur, kah dövme buğday, pilavlık dövme buğday… halini alırdı. Tarhananın iki ana maddesinden biri yoğurt diğeri ise bu dövme buğdaydı.

Ezilip macun haline gelene kadar iri kazanlarda saatlerce karıştırılarak pişirilen dövme aşı, neden sonra yoğurt ve dağ kekiğiyle harmanlanır, ardından çiğlere serilip kavuran sıcak güneş altında kurutulurdu. Aslı derelerde yetişen bir nevi saz olan hasır otundan mamül tarhana çiği sıra sıra dizilip birbirine ilmeklenirdi.

Çiğe serilen tarhanada dağ kekiği burcu burcu kokardı, tarhana tam kurumadan ekşi iken firiği yenirdi, tarhananın çorbalığı, çerezliği, köylünün nezdinde yıllar boyu devşirdiği muazzez yeri vardı.

Yıllar içinde tarhananın kadim yeri değişmedi, ya ne değişti? Tarhana her hanede kaynatılıp kurutulmaz, plastik çiğden endüstriyel üretim yapan tarhana tüccarından satın alınır oldu. Tahıl, yem ve bakliyat ekilmez oldu. Değirmende öğütülen atalık unların yerini rafine fabrika unları doldurdu. Her yaz binbir emekle kışa hazırlık için açılan ve sacda pişirilen ince ekmek (yufka ekmek) yerini çerçiden (seyyar köy bakkalından) satın alınan katkılı somun ekmeğine bıraktı. Ceviz ve üzümden yazın hazırlanan sucuk, bastık, samsa vesair “şıra” da yerini şarküteri dükkanlarının glukoz şuruplu mamüllerine bıraktı. Ceviz ve üzüm bahçede önce yalnız kaldı sonra meyve-sebze bahçeleri yarenleri oldu. Köylü her meyvenin sebzenin “çitilini” ekmeyi öğrendi. Kimi tohumdan “biter”, kimi çitilden dedi, bir sene evvel yediği meyve-sebze çekirdeğini sakladı. Patates, domates, marul, nane ve nohutun yanı sıra kabağı, salatalığı, balkabağını, patlıcanı, karpuzu, kirazı, vişneyi, çileği, armudu, elmayı, kayısıyı, eriği… keşfetti. Meyve ağacını beğendiği meyve cinsiyle aşıladı, doğal gübreyle besledi, yetiştirdi. Emeği çoğalttı, bereketlendirdi. Kimini kuruttu, kimini reçel, meyve suyu, konserve yaptı, kimiyle sirke ve turşu kurdu. Bağ bahçeyi karın değil göz tokluğuna yapar oldu. Yazın ürettiğini kışa saklama alışkanlığı ise hiç değişmedi.

Başka ne değişti? İmece usulü mazide kaldı. Bahçe sürme işinde komşusuna iştiyakle yardıma koşan kadim köylünün yerini çoğunlukla yardıma yevmiye şartı koşan köylü aldı. Yoğurda katık yapılan dağlık yabani otlar yerinde büyüyüp kartlaştı. Hayvan yetiştiren sayısı pek azalmadı; lakin yayılan hayvanlar ahırlara kapandı, hayvancı parayla yem satın aldı, eskiden yemlenen otlar dağı bayırı sardı. Aslında bu mevsim, köyümüzde hayvancılık için en bereketli zamandı. O sebepten ki halen nadir de olsa iki bin küsür rakımlı yaylalarda yayılan koyunlar, keçiler ve kuzular, kendilerine kalan bu bereketli otlarla semirdi de semirdi.

Daha daha ne değişti? Taş ve topraktan örülüp ahşap direklerle bezenen canlı evler, beton duvarlar ve saç tavanlar arasında sıkıştı kaldı. Bitki boyalarıyla renklenen keçi kılından elle dokunan koyun yünüyle doldurulan yastıklar ve keçe kilimler, makina işi sentetik kumaşlara, elyaf ve kauçuk dolgulu minderlere boğuldu. Yünden mamül yastık yorgan ve kilimle sağlıkla yetişen ecdadın nesli yün alerjisinden muzdarip oldu.

Bazı şeyler ise topyekün değişmedi, kıymetini bilen tarafından şuurla geliştirildi yahut muhafaza edildi! Fiğ ve yonca, toprağın verimini arsız ayrık otuna mal etmezdi. Gel gelelim ticari kaygı ve zahmetsiz iş arzusunda olan bir kısım köylü, toprağın verimini ve mahsulünün tadını kaçırmak pahasına tarım ilaçlarına başvurdu. Sağlığını ticari kaygısının üstünde tutanlar ise ceviz ağaçlarını doğal kirece buladı, sebze fidelerini sarımsak- sirke suyuyla ısladı, üzüm bağlarını bolca ”belledi”, çapaladı, en nihayetinde kanaat kıldı. Eskiler kaynak suyu deryasında su kavgası güderdi, eskiden ibret alıp yeni usuller tecrübe eden köylü suyu depoladı, damlama sulama ile sarı toprağın yeşermesini seyretti. Üzüm yaprakları toprağa yayılınca kah sıcaktan meyvesi yanardı, kah böceklere ve sansarlara yem olurdu. Köylü basiretli davrandı, asmaları yüksek direklere sardı, kah ekşi asma yaprağının ve üzüm koruğunun kah tatlı üzüm meyvesinin tadına vardı.

Kimi köy sakini yaylalara çalışmak ve yarpuz, papatya, ısırgan otu, kekik, adaçayı gibi şifalı otlardan toplamak için çıkmaya devam etti. Yarpuzu boranıya kattı, diğer otları kışın şifalı çayını demlemek için kuruttu. Yaylalarda tabiatın sesine kulak kabarttı, neden sonra merhum hemşerisinin dizelerini hatırladı:

Bir coşku var içimde bugün kıpır kıpır
Uzak çok uzak bir yerleri özlüyorum
Gözlerim parke parke taş duvarlarda
Açılıyor hayal pencerelerim
Hafif bir rüzgar gibi süzülüyorum
Kekik kokulu koyaklardan aşarak
Güvercinler ülkesinde dolaşıyor
Bir çeşme başı arıyorum
Yarpuzlar arasında kendimi bırakıp
Mis gibi nane kokuları arasında
Ruhumu dinlemek istiyorum
Zikre dalmış her şey
Güne gülümserken papatyalar
Dualar gibi yükselir ümitlerim
Güneşle kol kola kırlarda koşarak
Siz peygamber çiçekleri toplarken
Ben çeşme başında uzanmak istiyorum
Huzur dolu içimde
Ben sonsuzluğu düşünüyorum
Ey sonsuzluğun sahibi
Sana ulaşmak istiyorum

Muhsin Yazıcıoğlu

Köyde çocukluk kısa sürer, okul bilmeyen çocuklar erken yaşta sorumluluk üstlenir, erken evlenirlerdi. Köy mektebinde okuma yazma öğrenen çocuklar birkaç sene daha uzun çocukluk yaşar oldu. Kız çocukları yün yıkamayı, ekmek açmayı, ekin toplamayı; erkek çocukları hayvan gütmeyi, tarla sürmeyi, okuma-yazmadan daha önce öğrendi. Kız çocukları gelin hikayeleriyle gelincik çiçeğinden gelin, çiğdem sapından duvak yaparak büyüdü. Erkek çocukları kuru ağaç dallarından at, mecik ağacının çatallı dalından cücük lastiği (sapan) yaparak büyüdü. Neden sonra köye de akıllı cihazlar geldiğinde şehir çocuklarıyla köy çocuklarının arasında sayılmaya değer fark kalmadı. Doğal oyuncakları dijital oyunlarla, hayalleri televizyon filmlerinin senaryolarıyla telef oldu.

Tabiat içre meskun köylüleri hikaye ettiğimiz bu yazıyı Yunus gibi dağın taşın tesbihini dinleyip niyaz artırarak nihayete erdirelim:

Dağlar ile taşlar ile, çağırayım Mevlam seni
Seherlerde kuşlar ile, çağırayım Mevlam seni
Sular dibinde mahi ile, sahralarda ahu ile
Abdal olup "Ya Hu" ile, çağırayım Mevlam seni

Saadiyye Eryılmaz