“İnsan üç beş damla kan ve bin bir endîşedir.”

Demiş bilge şair, sûfî Sadî Şirazî (ö. 1292) Demiş de ne demek istemiş!?

“İnsan nedir?” sorusuna imalı bir cevap gibi durmaktadır sözleri, insan bunlardan, “kan ve endişe”den ibaret değildir der adeta.

Sadî Şirazî’nin dolayımlı ve zarif bir biçimde anlatmaya çalıştığı gibi insan maddi yapısından ve bu yapısının güdüleriyle kapıldığı endişelerden (yemek, içmek, çoğalmak, korunmak…) ibaret değildir. Lakin dünya hengamesine kapılıp, zannı galip gelen, insana ruh, nefs ve vücut bütünlüğünde bakamayan kişilerin “kan ve endişeden” öteyi görebilmesi de mümkün olamamaktadır.

Kendimize bütüncül bakabildiğimiz sürece kendini tanıma ve bilme yolculuğumuzda istikamet üzere hızla yol alabiliriz. Ruh-nefs-beden üçlüsünden biri ihmal edildiğinde dengemiz bozulmakta ve kalbî hastalıklara dûçâr olmaktayız.

Yaşadığımız şu zamanda, ruh, nefs, beden bütünlüğü içerisinde tanımaya çalışacağımız “ben”in şaşırtan hallerini keşfe çıkmak, insanın en önemli amacı olmaktan çıktı maalesef. Kendini arama yolundan sapan ve başka maceralara yelken açan, varoluş amacını unutmuş insanın yaşadığı dünyada yıkımlara sebep olduğunu görmeyenimiz var mı!?

Bu yıkımlar önce kendimizde başlayıp dalga dalga ailemize, çevremize ve tüm dünyaya yayılmakta. Tahripkarlığının farkında olmayan insan, ancak tabiat veya hayat vesilesiyle ciddi bir darbe geldiğinde durup, kendisi hakkında düşünme noktasına gelmektedir.

Durup, düşünme ciddi bir niyet ve gayret gerektiriyor. Çünkü durmaya fırsat tanımayan,düşünmeye mecalimizi bırakmayan bir çarkın gönüllü katılımcılarıyız artık. “Çark” her devirde kendine gönüllü kurbanlar bulmuş. Ancak bu çarka çomak sokmaya cesaret edenler, yalnız kalmaya gönüllü olanlar, bedel ödemeye rıza gösterenler kendi özüne doğru olan o büyük keşif yolculuğuna çıkabilmişler.

Bu yolculuğa çıkanlardan biri de âlim, sûfî İmam Gazâlî (ö. 1111) hazretleridir.

Kelam ilminde zirvedeyken, devlet büyükleri tarafından mevki ve makam verilmişken, manevi bir boşluğa düşmüş, içine düştüğü bu halden çıkmak için zorlu bir arayış sürecine girmiştir. İşte bu arayışla çıktığı yolculuktan “insan” olmakla ilgili keşiflerle dönmüş İmam Gazâlî. Gazâlî’nin içine düştüğü manevi boşluktan kurtuluş sürecini anlatan Al-Ghazali – The Alchemist of Happiness (2004) filmini izlemenizi tavsiye ederiz.

Gazâlî’nin Kimya-ı Saadet adlı kitabından “insan” olmaya dair kısa bir alıntı;

“Beden kalbin ülkesidir. Bu ülkede kalbin bir çok askeri vardır. Kalb ahiret için yaratılmıştır. Allah’ı tanımak ise onun yarattıklarını bilmekten geçer.” İnsanın bâtınında olan sıfatların bazısı genel hayvanlara, bazısı yırtıcı hayvanlara, bazısı şeytanlara ve meleklere ait olan sıfatlardır. İnsan bunların hangisinden olduğunun farkına varmalıdır. Çünkü insan bunları bilmezse doğru yolu bulamaz. Bu saydığımız sıfatların her birinin gıdası farklıdır.

Hayvanın gıdası yemek, uyumak ve çiftleşmektir. Yırtıcı hayvanların gıdası, mutluluğu da parçalamak, saldırmak ve öldürmektir. Şeytanların gıdası ise aldatmak, hile ve kötülük yapmaktır. Meleklerin gıdası ise Allah’ın cemalini müşahade etmektir. Hırs, hayvan ve yırtıcı hayvan sıfatları melekliğe çıkan yol değildir. Eğer sen aslında melek cevheri isen , Allah’ı tanımaya uğraş ve kendini o cemali müşahade edecek hale getir. Kendini öfke ve şehvetin elinden kurtar ve bu hayvan sıfatlarının sende niçin yaratıldığını anlamaya çalış.”

Zamanlar ve mekanlar farklı olsa da insanı kendini bilme ve tanıma yolculuğuna iten temel saiklerin birbirine çok benzediğini görüyoruz. Hayatımızın bazı dönemlerinde yola düşenlerin kervanına yetişmemiz için yolculuk davetleri gelir, çağrılar yapılır. Görebilene, duyabilene, anlayana…

Bir olay, bir kişi, bir yazı, bir kitap, bir hâl vesile olur görmek isteyene, bilmenin sorumluluğunu almaya hazır olana. Bilmenin sorumluluğunu almaya hazır olmayansa sürekli kaçar, erteler, bahaneler bulur yolculuğu hep öteler.

Bursalı âşık Yunus’un çağrısı boşa değildir;

Ah nice bir uyursun, uyanmaz mısın?
Göçtü kervan kaldık dağlar başında.
Çağrışır tellallar inanmaz mısın?
Göçtü kervan, kaldık dağlar başında.

ve sonra sorar
Yunus sen bu dünyaya niye geldin?

Kulluğunda “insan” olmayı ihmâl,
namazın, orucun, haccın, zekatın, şehadetin hakikâtini ihlâl eden,
kabukta kalmış, özü tatmamış, Yunusleyin kendözüne bakmamış olan, ne bilsin!?
Bildiğini zanneden, zannında ısrara düşen,
Kafa gözünün bakışında isabet, kalıpta hikmet arayan ne anlasın, gönül ehlinin dilinden!?

İçimiz, dışımıza mutabık ola,
Kalp ile çıkılır bu çetin yola,
Varlığın cümlesi şahittir sana,
Alemi gör, kendini bil, hakikatini anla….

Gören, bilen, anlayanlardan olmak dileğiyle…

Elif İlay Hüsmen, PDR

*Görseldeki eser: Freydoon Rassouli