Bizler Beytullah’ta yaşayanlarız Rabbimizin yarattıklarından. Yabancı diyarlara bırakılsak da, dönüp dolaşıp döneriz yuva bellediğimiz yere her zaman. Gagalarımızın özel yapısı vesilesi ile yön bulma kabiliyetimiz eşsizdir. Bu sebep ile postacı olarak çok mesaj taşıdık taraflar arasında. Camileri, cami avlularını insanlar ile iç içe geniş alanları severiz. Özgürüz ama çok bağlanır ayrılmayız bağlandığımız yerlerden. “Subhane rabbiyel aziym” dir zikrimiz. Biz biliriz de Süleyman Peygamber anlatmış bilmeyenlere.

Bu günlerde bir haber yayıldı aramızda. Mekke halkından bazıları bizden rahatsızmış. Şikayet etmişler yetkililere.
Suudi Arabistan Büyük Alimler Konseyi (Heyetu Kibari’l-Ulema) üyesi Dr. Ali Abbas Hakemi de güvercinlerin öldürülmemesi gerektiğini belirterek, bunun Mekke halkının kalbini incitebileceği uyarısında bulunmuş.
Mekke’den Medine’ye hicreti sırasında Peygamberimiz ve Hz. Ebubekir’in gizlendiği Sevr Mağarası’nın hemen girişine yuva yaparak, takipteki müşriklerin yanılıp geri dönmesine sebep olduğuna inanılan güvercinlerin soyundan geldiğimizi anlatırlar büyüklerimiz.
Şahitlik ettik kuş bakışı olanlara, sonra anlattık nesilden nesile bugüne kadar derlerdi.
Nuh tufanında vardık. Müjde olduk getirdiğimiz zeytin dalı ile geminin mimarına. 10 Muharremdi o gün. Gemi karaya kavuştu nice bir zaman sonra.
Asırlar, nesiller sonra 622 yılında yaşayan bir yabani güvercinim ben, diye başlamış anlatmaya o zamanların şahidi. Anlatmış yolcularını yolculadığı yere kadar gördüklerini.
Bir güzel insan sevdalandığım Rabbimizin gönderdiği. Gören hayran, görmeyen görmeye sevdalı. Alemlere rahmet, yaratılmışlara şefkat ve merhametti. Öyle kuşattı sevgisi ile canlı cansız isim giymiş her varlığı dayandığı kütük bile ağladı o dayanmaz olunca. Şahit oldum yaratanın birliğine davetine ve bu davetten dolayı ona yapılan zulme. O ve arkadaşlarının çektiği eziyete. Aç, korumasız, yalnız bıraktılar onları. Ayırdılar, ötelediler, kötülediler. Olmadı. Gün günden çoğaldı etrafındaki halka. En sonunda 13 sene sonra bir gece sinsice öldürme kararı aldılar toplanıp.
O da Rabbimizin emri ile Hicret’e karar verdi.
Diğer tarafta Medine’ de yoluna can verecek kadar seven bekleyenler var iki kere Akabe’de biat ettiklerine.
El emin’di lakabı. Öyle bilir emanet ederlerdi ona kıymetlilerini. Üzerindeki emanetleri yatağına o sansınlar diye yatırdığı yeğeni Hz Ali’ye verdi ertesi gün teslim etsin sahiplerine diye.
Sonra 26 safer (9 eylül 622)’ de yürüyüp çıktı evinden. Bir avuç toprak saçarak. Gözler görmedi, kulaklar işitmedi yanlarından geçip gittiğini. Yanında Sıddîk arkadaşı, onun kölesi ve bir rehber ile düştüler yollara.
O çok severdi doğup büyüdüğü şehri; Mekke’yi. Her Hicret’te hicran vardır ya ayrılırken Mekke’ye döndü. Hüzün vardı gözlerinde, hüzün vardı gönlünde. Buyurdu ki;
“Vallâhi sen, Allâh katında beldelerin en hayırlı ve en sevgili olanısın. Çıkarılmış olmasaydım, senden çıkmazdım.”
Onları arayacakları Medine yollarının aksine doğru yol aldılar. Pek çok tepesi ve irili ufaklı mağaraları olan bir dağa geldiler. Sevr dağı. İçlerinden bir mağaraya yöneldiler, ancak sürünerek girilebilecek iki küçük girişi olan. Tepesinden Kızıldeniz görülen. Sevr dağında Sevr (athal) mağarası. Öyle bir mağara ki, küçük bir çocuk anca girer gibi görünür girişinden. İçinde bulunanlar, dışarıda dolaşanların ayaklarını görebilir, fakat dışarıda olanlar mağara içindekileri göremezler. Görebilmeleri için eğilip, başlarını ayaklarının hizasına getirmeleri gerekir. Rabbimiz görünmeyen orduları ile yardımdaydı onlara. Bir emir geldi yuva kurduk eşimle mağara girişine, örümcek de kalınca bir ağ ördü perde niyetine. Geldiğinde zalimler mağara önüne “la tahzen, innallahe meana “diyordu üzülüp endişelenen sadık dostuna.

Çünkü, Ârif Nihat Asya’nın dediği gibi:
Örümcek ne havada,
Ne suda, ne yerdeydi…
Hakk’ı göremeyen
Gözlerdeydi!

Mağarada kaldıkları sürece Üçüncüsü Allah olan iki dosta yemek taşıdı mağara arkadaşının kıymetli kızı Esma. Oğlu Abdullah da gece olduğunda onlara haber getiriyor ve gece boyu birlikte kalıyordu. Dağın eteklerindeki merada koyun otlatan çoban da geceleri süt ikram ediyordu.
1 Rabiyyülevvel Pazartesi günü de Sevr mağarasından çıktılar. Alemlerin efendisi, kıymetli dostu, kılavuz Abdullah ve çoban Füheyre olmak üzere dört kişiydiler. 12 Rabiyyüevvel (24 Eylül 622) Cuma günü de Medine’ye ulaştılar. Medine halkı sevinçten ne yapacağını şaşırmış halde karşıladılar onları bir şarkı dillerinde “Taleal bedru aleyna“, ”ay doğdu üzerimize“ diye başlayan…
Bir başlangıç oldu bu hicret nice kutlu seferlere, isim oldu ay takvimine. Hz Ömer zamanında da başlangıç ayı Rabiyyülevvelden üç ay önceye Muharrem ayına alındı.

Kur’ân-ı Kerim mesajının tamamı ‘Ay Takvimi’ esasına göre inmiştir. Hacc’ın ifası, orucun ne zaman başlayacağı ve biteceği, mübarek kandiller ve bayramlar, hangi gece veya gündüzlerin diğer gecelerden üstün olduğu veya feyiz ve bereket açısından daha önemli olduğu hep ‘Hicri Ay Takvimi’ esasına göre belirlenmiş, düzenlenmiştir.
Hicri yeni yıl her ne kadar aynı tarihlerde olmasa da hicret olayını temel aldığı için her seferinde terk edip gitmektir yeni yurtlara. Hicret bakış açısı ile yeni yıl dünyanın geçici yurt olduğunun farkına vararak, ona aldanmadan asıl vatana doğru yol seyretmektir. Her seferinde olgunlaşmak, yaş almak, yol kat etmektir.
Hicret ve hicran… Her iki kelime de, aynı kökten, acı veren ayrılık manasında ki “hicr” kökünden gelmektedir.
Hicret=terk etmek, ayrılmak, bir yerden başka bir yere göç etmek. Bir alışkanlığı bırakmak.
Hicran=bir kimseden ya da bir yerden ayrılma, ayrılık.
Hz. Nuh’un tufandaki yolculuğu da bir hicrettir içinde hicran barındıran. Hz Nuh’tan Hz. İbrahim’e, Hz. Musa’dan Hz. Peygamberimize hemen bütün Resul’ler hicret olayını kendi davetleri içinde maddi ve manevi anlamda gerçekleştirmişlerdir. Maddi tarafı ile Allah rızası için küfür ve zulüm diyarından ayrılmak, manevi tarafı ile de cahiliye dönemin bütün kötü inanç ve alışkanlıklarında uzaklaşmaktır hicret.

“Maddi ve manevi yönleri ile hicret teşvik edilmiş nihayetinde mükafat verilmiştir.
Kendilerine zulmedildikten sonra Allah yolunda göç edenleri dünyada güzelce yerleştireceğiz. Ahiret mükafatı ise daha büyüktür. Keşke bilseler.”

(16/41)

“Allah yolunda göç eden kimse, yeryüzünde çok bereketli yer ve genişlik bulur.”

(4/100)

Muharrem ayı içinde, çok elim hadiseler yanında yeniliği ve müjdeyi de barındırır.
Rivayete göre, Hz. Nuh’un gemisi tufandan kurtulup, Cûdî dağına Aşûre günü oturmuş, Hz. Ademin tövbesi kabul edilmiş, Hz. İbrahim Nemrut’un ateşinden kurtulmuş, Hz. Yakub oğlu Hz. Yusuf’a kavuşmuş, Hz. Musa ve İsrailoğulları’nın Firavun’un zulmünden kurtulmuş olması gibi.
Kerbela yüreğimizi yakan bir boyutudur Muharrem ayı sevincimizin üzerine gölge düşüren.
İnsan her nefeste yeni birisi olur ve her nefes, içini doldurduğumuz kelimelerle bilmediğimiz bir aleme yolculuk eder; sonra da oradan hediyelerle geri döner” diyor Mevlana.
Yeni, hiç kullanılmamış olanın adıdır. Her an yeni bir oluş içinde alem. Her an bir hicret yolculuğunda insan. O’ndan gelip yine O’na dönen.
Her aldığı nefes yeni ve özeldir. İnsana her yeni nefeste yeni bir an verilir hesabı sorulacak olan.
Yeni bir an da yeni şeyler oluşturmak, kötülüklerden iyiliklere hicret edebilmek için ilk önce niyet etmek gerek. Akabinde, niyetlendiği konuda neyi niçin yaptığını anlamak için bilgi toplamak, toplanan bilgileri düzenleyip benimsemek, üzerinde düşünüp içselleştirmek, uygulamak lazım.
Her an yeni bir oluş içinde olsa da Ahsen-i takvim olan insan, büyük mihenk taşları da var yaşam süreci içinde.
1 Muharrem Hicri yıl başı onlardan biri.
Sıkıntılar içinde insanlar, ateşler içinde müslümanlar, kan ağlayan dünya ya hayırlı olsun huzur ve felaha vesile olsun inşallah.

Hümeyra Coşan Uyarel