Samimiyet; ‘ihlâs, niyet, nasihat ve sadâkat’ ile ilişkilendirilerek açıklanan bir kavramdır. Samimiyetin zıttı olarak, ‘riya, yalan, ikiyüzlülük, aldatma ve münafıklık’ gibi kötü davranışlar gösterilmektedir. İslam dinini insan hayatının her alanını kapsayıcı olarak kabul ettiğimizde, kişinin Allah ile ilişkisinin yanı sıra, toplumsal yaşamında da, her zaman samimi olması beklenmektedir. Nitekim “Din samimiyettir.” (Müslim, Îmân, 95) diyen Peygamber Efendimiz (s.a.s.)’in ifadesinden ve Buhâri’nin eserinde ilk olarak yer verdiği “Ameller niyetlere göredir. (Buhârî, Bedü’l-Vahy, 1) hadis-i şerifinden anlaşıldığı üzere, kişinin yapıp ettikleri ‘samimiyetine’ göre değerlendirilecektir. 

Samimi insan olabilmek

Toplumsal olarak en çok ihtiyaç duyulan temel değerler; ihlâs, dürüstlük ve samimiyettir. Samimi bir anne, baba, eş, kardeş, arkadaş ve evlat, kendisinden emin olunan, sevilen ve sayılan bir kişi olacaktır. Buna karşın, ilişkilere riya, yapmacıklık, gösteriş karıştıkça, insanlar artık birbirlerine inanmadıkları gibi, kendilerine dahi sahte kalacaklardır. İnsanlık, hem bireysel hem de toplumsal olarak çöküşe sürükleniyor ise, öncelikle düşünce ve davranışlardaki samimiyet kontrol edilmelidir.

Dinin temelinde ve özünde yer alan samimiyet ve ihlâsın, kazancı büyük ve kazanılması zordur. Buna karşın kaybı kolay ve yokluğunun zararı büyüktür. Nitekim bu konuda sûfiler şöyle derler;

Cüneydi Bağdadî:

“İhlâs¸ Allah ile kul arasında bulunan bir sırdır; melek bilmez ki sevâbını yaza¸ şeytan bilmez ki ifsâd ede, hevâ ve heves bilmez ki saptıra.”

Kuşeyrî, 1991, s. 355

Sehl b. Abdullah’a soruldu, “Nefse en ağır gelen şey nedir?” O, da;

“İhlâstır. Çünkü ihlâsta nefsin nasîbi yoktur” dedi.

Kuşeyrî, 1999, s.291

Peki hakiki ihlâs/samimiyet nedir?

Hakiki ihlâs, bütün amelleri sadece ‘‘Allah’ın rızasını kazanmak’’ için yapmaktır. Bunun mercii de kalptir. Bu minvalde kalbin hicreti, anadan, babadan, yârdan, makamdan, paradan, gösterişten ve riyâdan uzak olup, Allah’a yönelmektir. 

“O, sizin, sûret, şekil ve dış görünüşlerinize değil, kalplerinize ve kalbî temâyüllerinize bakar.” 

Müslim, Birr, 33

“Dikkat edin! İnsanın bünyesinde bir et parçası vardır. Eğer o salah bulursa bütün ceset salah bulur; eğer o bozulursa bütün ceset bozulur. Dikkat edin o, kalptir.” 

Buhari, İman, 39

Samimiyim diyerek günahların açığa vurulması

Bazıları için samimiyet, anlam karmaşası yaşadıkları bir kavram haline gelebilir. Örneğin; güzel, doğru ve ahlâklı bir davranışta bulunmak isteyen bir kişi, bunları hayatında uygulamaya başladığında kendisinin yeteri kadar samimi olmadığı gibi yanlış bir hisse kapılabilir. Namaz kılarken, sadaka verirken veya tesettür emrini uygularken samimiyetini sorgulayabilir. Burada samimiyet, niyetimiz ve ahlâklı bir kişi olmak için verdiğimiz çabamızdır. Kişi elbette kendisini muhasebeye çekmeli ve nefsi ile başbaşa kaldığında Allah’ın rızasını kazanmayı, içtenlikle hayırlı amellerde bulunmayı istemelidir. Ancak bunun gereğince yapılamadığı düşüncesiyle hayırlı işlerin terki tehlikelidir. 

Hakkıyla yerine getiremediğimizi düşündüğümüz dînî ve ahlâkî tavır ve icraatları (fiilleri), hislerimizi bahane edip, çevremize bu şekilde yansıtmak ise daha da büyük bir tehlike arz eder.  ‘Allah’ın bildiğini kuldan neden saklayayım!’ mantığıyla yola çıkan kişi dini ve dünyevi hayatında nice tahribata sebep olacak bir yola girmiş olabilir.

Peygamber Efendimiz (s.a.s.) bu hususu şu şekilde ifade etmiştir:

“İşlediği günahları açığa vuranlar dışında, ümmetimin tamamı affedilmiştir. Bir adamın, gece kötü bir iş yapıp, Allah onu örttüğü halde, sabahleyin kalkıp: ‘Ey falan! Ben dün gece şöyle şöyle yaptım’, demesi, açık günahlardandır. Oysa o kişi, Rabbi kendisinin kötülüğünü örttüğü halde geceyi geçirmişti. Fakat o, Allah’ın örttüğünü açarak sabahlıyor.”

Buhârî, Müslim

Bu konuda alimler, insanların günahlarını gizlemesinin riya değil, hayâ olabileceğini bildirmektedir. Muhakkak ki bu durum, kişinin günahlarını devam ettirmeyip, gizleyecek kadar utanç duyması hali için geçerlidir. 

Dikkat edilmesi gereken başka bir husus ise kişi, zorluğundan dolayı ya da zevki sebeplerle farzın terki ile günaha girerken, onu inkar etmek ile küfre dalabilmektedir. 

Samimiyet ve tövbe ilişkisi

Yukarıda belirtildiği gibi, kişi işlediği günahlardan utanmalı ve pişmanlık duymalıdır. Bunun mahcubiyeti ile tövbe kapısına yönelmelidir. Tövbe, dinde samimiyet işareti olarak görülmektedir. Çünkü tövbe, kalp ile yapılır ve nasuh tövbe olabilmesinin şartı da samimiyettir. Nasuh tövbe sahipleri cennetle müjdelenmişlerdir.

Kültürel olarak ‘yaş kemale erince’ tövbe ve ibadetlere ağırlık verilmesine karşın, gençken yapılan tövbe daha kolaydır. Çünkü kişi, alışkanlıklarını kemikleşmeden değiştirebilme imkanına sahiptir. Gençlerin kalbi yumuşaktır ve henüz masiva ile katılaşmamıştır.

Samimiyet ve ihlası kazanmak ve korumak

İnsan, hem mânen hem de fiziken beslenmek ve güçlenmek zorundadır. Nasıl ki yetersiz beslenmede bedenimiz zâfiyetten dolayı basit işleri bile yapmakta zorlanıyorsa, mânevi gıda eksikliğinde de mânevi ve psikolojik yönden zayıflık hali temel görevleri bile yerine getirmekte insanı zorlamaktadır. Oruç tutmayan birinin sabırlı, zekat vermeyen birinin cömert, namaz kılmayan birinin diğer günahlardan kaçınacak güce sahip olması zordur. Fıtrat, ancak güzel ahlâk ve ibadetlerle korunabilmektedir.

Allah sevgisi, saygısı ve korkusu

İnsanın ihlâsını korumasını sağlayacak en etkili yöntem, Allahu Teala Hazretleri’ne (c.c.) karşı duygularındaki samimiyeti sürekli olarak kontrol etmesidir. Nasıl ki bir aşık, sevdiğine kavuştuğunda, kavuşacağını düşlediğinde, ya da sadece sevdiği aklına düştüğünde bile kendisine çeki düzen veriyorsa ya da bir evlat babasına karşı saygı ve korku ile nasıl edepli bir hal takınıyorsa, bizleri nimetleriyle donatan Rabbimize karşı, çok daha hassas, donanımlı, takvalı ve her hususta titiz olmamız gerekir.

“(Onlar) Allah’ı hakkıyla takdir edemediler. Halbuki kıyamet günü, yeryüzü tamamen O’nun tasarrufundadır. Gökler de O’nun kudretiyle dürülmüştür. O, (onların) ortak koştuklarından uzak ve yücedir.” 

Zümer, 39/67

“Bilin ki Allah’ın Resûlü içinizdedir. Eğer o, birçok işte size uysaydı, kesinlikle sıkıntıya düşerdiniz. Fakat Allah, size imanı (isteğinizle) sevdirdi; onu sizin kalplerinizde süsledi, küfrü, fâsıklığı ve isyanı da (olduğu gibi) çirkin gösterdi. İşte bu (özelliklere sahip ola)nlar, doğru yolda olanların ta kendileridir.” 

Hucurât, 49/7

Niyet

Niyetlerimizin yüzde kaçında Allah’ın rızasını gözetiyoruz? Peygamber Efendimiz (s.a.s.), “babayiğit adam” desinler diye şehit olan, “ne büyük alim” desinler diye ilim öğrenip Kur’an-ı Kerim okuyan, “ne cömert” desinler diye sadaka verenin gideceği yerin cehennem olduğunu bildirmektedir. (Müslim, İmâre 152) Bu sebeple, niyetler yalnızca Allah’ın rızasını kazanmak için yapılmalıdır. Hakiki iman seviyesine ulaşabilmek için içten arzu edilmesi gerekir.

Sakınma

Haramlardan sakınma ve hayır yarışında bulunma kulun hem Allah hem de kul ile ilişkisinde önem taşımaktadır. İslamda korunma ve sakınma kelimelerinin karşılığı olarak takva kavramı yer alır. Kişinin takva sahibi olabilmesi için de farzlara riayet etmesi ve Peygamber Efendimiz (s.a.s.)’in yolunu takip etmesi gerekir.

“Peygamber size ne verirse onu alın, hangi şeyden sakındırır ise ondan uzak durun.”

Haşr, 59/7

İyilik yapmak için dahi olsa kötü yollara teşebbüs etmemek gerekir. Mesela; ‘’Faiz alıp-vermemde bir sakınca yok, nasıl olsa kendime harcamıyorum camiye sadaka veriyorum.’’ gibi düşünceler yanlıştır, zira dinimizde faizden elde edilen gelirin dahi kullanılması doğru görülmemiştir. Aklımız, nefsimizin elinde birçok mantıklı gerekçe sunabilir. Böyle durumlarda her işin helal olan yolunu bulmak gerekir.

Takva sahibi olabilmek için harama gidebilecek her türlü yoldan uzak durmak tavsiye edilmiştir.

 “Şüpheli şeylere düşen ise harama düşer, nitekim koru kenarında (koyun) güden çobanın koruya düşmesi pek mümkündür. Haberiniz olsun ki her padişahın bir korusu vardır. Allah’ın korusu da yasak kıldığı şeylerdir.”

Buhârî, Müslim

Küçük günahların büyük günahlara kapı açması gibi, dinde şüpheli görülen bazı meseleler haram olmasa da harama götüren yollara kapı açabilir. Yalan sözden, iftiradan, kalp kırmaktan, hak yemekten, kibirli olmaktan ve Peygamberimizin (s.a.s.) öğütlediği birçok kötü davranıştan uzak durup yapmamızı tavsiye ettiklerine yönelmemiz gerekir.

Vicdan ve şuur

Nefsin kötü arzularının karşısındaki caydırıcı en büyük güç vicdândır. Bu sebeple ihlâsını kazanmak ve korumak isteyen bir kişi, vicdânına kulak vermeli ve onu gereği gibi kullanmayı bilmelidir.

“Doğrusu insan, kendi nefsine (yaptıklarına) karşı şâhit olacaktır, her ne kadar mazeretlerini ortaya atsa da.”

Kıyâmet, 75/14-15

Vicdânımızın sesini kısmak, ancak mâzeretlerimizin çoğalmasına sebep olacaktır. Örneğin; “Yazın sıcakta çalışıyorum, sağlığım için oruç tutmayayım.” ya da “Yeterince hayır yapıyorum, zekat vermesem de olur.” gibi aldatıcı bahaneler artacaktır. İçten gelmeden, içtenlikle yapılmayan her fiil, kişiye o fiili yapmamak için sebepler bulduracak ve farkında olmadan, istenmeyen yönde bir değişim sürecine girmek kaçınılmaz olacaktır. 

Ölümü düşünmek

“Ölümü çok zikredin. Zira bu, insanı dünyadan çeker. Ve günahlardan sıyırır.” 

Tirmizî, Zühd 4, Kıyâmet 26; Nesâî, Cenâiz 3

Ölüm, insanların hayatı anlamlandırmasında ve dolayısıyla dine yönelmesinde büyük bir rol üstlenmektedir. Ölüm, “bu dünyadaki ömrün bitmesi ve başka bir âleme yolculuk” anlamının yanı sıra, aynı zamanda, hesap gününü de hatırlatan bir kavramdır. Nitekim kişi, hesap gününün varlığı ile; “anlamamıştım, fark etmemiştim, kalbim temiz ama diğer farzları yerine getirmek istemedim, şeytana uydum, iradem zayıftı, gafletten kurtulmayı bekliyordum…” gibi mâzeretlerin fayda vermeyeceğini anlar. Ölümün an meselesi olduğunu kavrayan insanlar, “birazdan yaparım ya da Allah beni affeder” diyerek, farzların tehir ve terkinden korkar. Bu sebeple ölümü anmak, sevapları artıracağı gibi, kişiyi günahlardan korur, kişinin samimiyetinin önündeki engelleri kaldırır.

Allah cümlemizin basiretini açsın, iradesini kuvvetlendirsin ve bizlere ihlâslı bir hayat nasip etsin.

رب يسر ولا تعسر رب تمم بالخير

Rabbim! Zorlaştırma, kolaylaştır. İşimi hayırla tamamlamayı nasip et!

Sümeyye Ulcay 

Recep 1442/Şubat 2021