Doğusundan Batısına Amerika Seyahati

Amerika’ya on beş sene önce taşındığımızda daha bir lise öğrencisiydim. On sene Amerika’nın kuzeyinde Pittsburgh şehrinde yaşadım. Bir sene de Amerika’da “İncil Kuşağı” olarak adlandırılan daha mutaassıp insanların yaşadığı, “Smokey Mountains” adında fevkalade güzellikte bir dağa ev sahipliği yapan, doğası muhteşem olan Knoxville adında orta büyüklükte bir şehirde yaşadım.

Sonraki üç seneyi de tropikal bir iklime sahip, palmiyeleri ve timsahlarıyla meşhur Florida eyaletinde geçirdim. Florida’da yaşarken “Irma” adında bir kasırganın yaşadığımız bölgeyi vuracağı kesinleşince, her şeyimizi bırakıp evimizi Allah’a emanet edip, daha minik bir bebek olan Zeynep’imizi alıp sekiz saatlik korku dolu bir yolculukla kuzeye, daha güvenli bir bölgeye geçtiğimizde, doğal afetlerin insana nasıl da acziyetini hatırlattığına bizatihi şahit oldum. Filmlerdeki kaçış sahnelerini, insanların içinde bulunduğu korku ve endişeyi hayal etmeye çalışın. Yaşadığımız bu korku dolu maceranın dışında, her sabah bahçesinde rüzgarla dans eden palmiyeleri olan yemyeşil bir doğaya uyanmak güzeldi. Hayatımda hiç görmediğim kadar kertenkeleyi Florida’da gördüm. Otobana çıktığımızda “Zehirli Yılanlar Çıkabilir” tabelasıyla ilk karşılaştığımda yaşadığım endişeyi hiç unutmam. Dağlık ve engebeli bir coğrafyaya alışmış biri olarak Florida’nın düzlüğünü, bir tane dahi tepesinin olmamasını nasıl da garipsedim. Belgesellerden bildiğim muson yağmurlarının ne kadar şiddetli, kelimenin tam manasıyla bardaktan boşalırcasına yağdığını gördüğümde, “Ben şimdiye kadar yağmur nedir hiç bilmemişim” diye düşündüm. Adını bile duymadığım tropikal meyvelerin tadına Florida’da baktım ve Rabbim her yöreye ne kadar da farklı rızıklar vermiş diye hayretler içinde kaldım. Güney Asyalı Müslümanların yoğun yaşadığı bu bölgede, haritada hiç dikkatimi çekmemiş ülkelerden müslüman kardeşlerle tanıştım, kaynaştım. Üç yıl süren Florida serüvenimiz, rızkımızın Amerika’nın batı yakasına kalkması ile nihayete erdi.

Yaklaşık bir sene önce, Florida sayfasını kapatıp, Florida’ya dört bin kilometre uzaklıkta Kaliforniya eyalatine gitmek üzere yola koyulduk. Kara yoluyla 35 saat süren bu mesafeyi arabayla katetmeye karar verdik. Bahsettiğim uzaklığı zihninizde canlandırmak isterseniz, Kahramanmaraş’tan Londra’ya arabayla seyahat ettiğinizi düşünün, arabada bir de bir yaşında bir bebeğin olduğunu unutmayın. Eskiden o mesafeyi arabayla katetmek tam bir çılgınlık derdim ama geçtiğimiz yaz bu yolculuğu Rabbimin lütfuyla kazasız, belasız atlatmış birisi olarak unutulmayacak bir hatıra olarak görüyorum. Yolculuğumuz süresince, Florida, Alabama, Missisipi, Texas, New Mexico, Arizona ve Kaliforniya olmak üzere yedi farklı eyaletten geçip, yol üzerinde bir çok şehir ve camii de görmüş olduk. Amerika’nın doğusundan batısına camiilerde mola vererek yapmış olduğumuz bu yolculuktan zihnimde yer edenler ve camii fotoğraflarını sizinle paylaşmak istedim.

Rotamız üzerindeki ilk büyükşehir New Orleans’tı. Müzik, özellikle de caz festivalleriyle ve Fransız mimarisi ile meşhur bu şehir, 2005 yılında Katrina Kasırgası’nda sular altında kaldıktan sonra çok göç vermiş ve hala eski canlılığına kavuşamamış. Amerika’da dışarıya ezan sesi vermek ve minareleri belli bir yüksekliğin üzerinde inşa etmek yasak olduğu için cami bulmak istediğinizde, GPS uygulamaları imdadınıza yetişiyor. Bulunduğumuz noktaya en yakın camiye vardığımızda karşımıza harabe şeklinde, bir köşesinde Arapça yazılar bulunan bir bina çıktı. Bu defa başka bir adres girdik ve namazımızı mütevazı bir camide eda ettik.

Islamic Society of Greater Houston – River Oaks Camii

Bir sonraki gün, Amerika’da Müslüman nüfusunun en yoğun olduğu şehirlerden biri olan Texas eyaletinde Houston’a uğradık. Houston’da GPS’ten cami aradığınızda elliye yakın cami konumuyla karşılaşıyorsunuz. Eylül 2017’de yaşanan Harvey Kasırgası’nın ardından Houston civarındaki bir çok caminin kapılarını kasırga yüzünden evsiz kalanlara açmasıyla, Müslümanların yardımsever yönü ulusal haberlerde yer almıştı. Biz şehrin batı yakasındaki River Oaks Cami’sine uğradık ve kendimizi çok huzur verici bir atmosferde bulduk. Yolculuk esnasında fazla hareket etme imkanı bulamayan minik kızımız da camide bol bol emekledi.

Yolculuğumuzda orta Amerika’ya geldikçe tropikal ve yeşil coğrafya kendini çöl iklimine bıraktı ve yol boyunca petrol kuyularının simgesi olarak bilinen atbaşlarıyla karşılaştık.

El Paso Camii

Bir sonraki durağımız olan El Paso’ya giderken saatlerce kuş uçmaz, kervan geçmez şeklinde tabir edebilceğiniz, eski Amerikan filmlerinde “Vahşi Batı” olarak adlandırılan ıssız bölgelerden geçtik. El Paso, Amerika’nın Meksika sınır kapısında konuçlandırılmış orta ölçekli bir şehir. El Paso’nun coğrafyası bana Suudi Arabistan’ı hatırlattı ve şehrin en yüksek tepelerinden birinin eteklerinde inşa edilmiş koyu renk volkanık taşlarla kontrast oluşturan bembeyaz ve görkemli bir camii ile karşılaşmak hem şaşırtıcı hem sevindirici oldu.

 

 

Bir sonraki gün Arizona eyaletine geçtik. Arizona çöllerini geçerken 1850’li yıllarda deve çobanı olarak Amerika’ya getirilen Suriyeli Hacı Ali’nin 1902 yılında bu çöllerde kaybolup, vefat edişinin acı hikayesi de yüreğimizi sızlattı. (Mezarında adı, İngilizce’de Hacı Ali’nin telafuz edilişine uygun, Hoj Jolly şeklinde yazılmış)

 
Islamic Community Center of Tempe

Bu bölge o kadar sıcak ki buralarda havalar nasıl diye sorduğunuzda “Yılın sekiz ayı yaz, dört ayı cehennem” cevabını alıyorsunuz. Amerika’nın en büyük metropollerinden biri olan Phoenix’e vardığımızda sıcaklık 49 dereceye ulaşmıştı ve Phoenix’e neden “Amerika’nın Bağdat’ı” dendiğini bizatihi tecrübe etmiş olduk. Phoenix’de cami araması yaptığınızda karşınıza on beşin üzerinde sonuç çıkıyor. Biz, mimarisi Kudüs’teki Kubbet-üs Sahra’dan esinlenerek inşa edilmiş Tempe bölgesindeki camiye gittik ve öğle namazımızı bu güzel camide eda ettik.

Çölde yol alırken, çölün mini kaktüslerden tutun dev kaktüslere kadar binlercesiyle bezeli olduğunu görmek ayrı bir güzellikti. Kaktüsler, havanın kuruluğuna ve yüksek sıcaklıklara inat çölü donatmışlardı.

Yolculuğumuzun beşinci gününde Kaliforniya eyalet sınırına girdiğimizde Palm Springs adında bir şehirden geçtik. Bu küçük şehirde de bir cami bulabildik ama caminin kapıları maalesef kapalıydı. Bir saatlik mesafede birbirinden on-on beş dakika mesafede bir çok caminin ve mescidin olduğunu bilmenin verdiği mutlulukla yolculuğumuzun son durağı olan doğu Los Angeles bölgesine doğru yolculuğumuza devam ettik. Palm Springs’den Los Angeles’a giderken bir iki saat gibi kısa bir sürenin içinde sıcaklık 45’lerden 35’lere düşüyor. Pasifik Okyanus’undan gelen yüksek basınç alanından çöl ikliminin hüküm sürdüğü Palm Springs’teki düşük basınç alanına geçiş esnasında oluşan kuvvetli rüzgarlardan faydalanmak üzere, yol boyuna binlerce rüzgar gülü yerleştirilmiş.

Dönüp baktığımızda, Amerika’nın doğusundan batısına yaptığımız bu yolculuk her ne kadar meşakkatli olsa da bir o kadar da keyifliydi. İsmini duyduğumuz ama hiç gitmediğimiz bir çok eyaleti ve şehri görmüş, yeni lezzetler keşfetmiş, bir çok camiyi ziyaret etmiş olduk. Bir gün bu diyarlara yolu düşen ve gezmek için zamanı bol olanlara böyle bir geziyi tavsiye ederim.

Melek Hilal Yazıcı Uçar

Yorum Bırakın / Leave a Comment

Go to Top