Gurbet… Garip…

Sözlük gurbet” kelimesinin “Vatandan uzaklaşmak” olduğunu, “Garib” kelimesinin ise; “batan”, “gurub” eden, aynı zamanda “uzak” anlamlarına geldiğini, bunlara ilaveten, diğer pek çok anlamının yanı sıra, anlaşılmayan söze de “garib” dendiğini söylüyor… Demek ki anlayamadığımız, tarif edemediğimiz şeyleri hep “garib” sözüyle ifade etmişiz; Çok garip bir adam, garib bir durum, ne garib söz… gibi.

Öyleyse şöyle desek hiç garib olmayacak; Nice alim, bilgili, dindar kişiler, kendi halkının içinde bile olsalar, anlaşılmadıkları için garibdirler. Salih ve saliha mü`minler; hallerine anlam veremeyen ve günahkarlar arasında garibdirler. Ailesinden, alıştığı çevresinden uzak, kendini tanımayan insanlar arasında kalmış insanlar gariptirler. Dahası, kıymeti bilinmeyen, hükümlerine uyulmayan İslam dini kimbilir ne kadar gariptir. İşte bunun içindir ki Merhum M. Es`ad Coşan hocaefendi bir sohbetinde; “Altının değerini sarraf bilir; Biz İslam`ın kıymetini bilmiyoruz, çünkü cahiliz” der.

Tam da bu sebeplerle Resulullah Efendimiz (SAS) “Ne mutlu gariplere” buyurmuştur. Kendi toplumunun yavaş yavaş yabancılaştığını görmek Necip Fazıl merhuma ne kadar garib gelmiş olacak ki “Öz yurdunda garipsin,öz vatanında parya” demiştir meşhur mısralarında…

Başlı başına gurbet temasıyla yazılmış o kadar şarkı, şiir ve hikaye vardır ki, sayıları belli bile değilir. Bir zamanlar Almanya`ya çalışmaya gidenleri “Gurbetçiler” diye çağırmışız. Değil Almanya, Anadolu`nun bağrından gelen herhangi bir insan için, İstanbul bile gurbet olmuş eski zamanlarda. Bu gurbet ne menem bir dertmiş… Bu gariplik ne dermansız bir hastalıkmış meğerse…

Vatanından ayrı olmayı kasdeden gurbet ve gariplik; esasen birbirinin dilini anlamayan, yaşadığı toplumun adet ve gelenekleri, geldiği toplumunkiyle uyuşmayan, dinine, kültürüne bir türlü ısınamadığın her toplumda daha çok ve derinden hissedilir. Adeta dilsiz, sağır ve kör olursun. Bu sebeple Mevlana Hz. “Dildasından ayrılan kişi, yüzlerce nağmesi de bulunsa dilsiz olur” buyurmuştur. Sosyal bir varlık olarak insanoğlu, yüzlerce dile, nameye değil tek bir hal diline muhtaçtır… Hele de gurbetteyse…

Hadis-i şeriflerde oldukça çarpıcı cümlelerle anlatılır, gurbet ve garip kişinin hali;

Kötüler arasında bulunan salih kişi gariptir

Deylemi

“Garip hastalanıp dört yanına bakar, tanıdık birini göremezse, her nefesine, yetmiş bin sevap verilir, yetmiş bin günahı affolur”

Deylemi

“Kişi keşke, doğduğu yerden başka yerde ölseydi. Çünkü başka yerde ölen mümin kişiye, vatanı ile olduğu yer arasındaki uzaklık miktarı kadar Cennette fazla bir yer verilir.”

Nesai, Taberani

Bu Hadisi şerifler, gurbette kaygılananlara ne kadar güzel müjdelerdir, elhamdülillah…

Merhum Prof. Dr. M. Es`ad Coşan rahmetullahi aleyh ise kapsamlı bir şekilde ve bir kaç yönüyle açıklar bu konuyu. Hem diyar-ı gurbette, hem de bizzat kendi yurdundaki garibanları ve Müslüman kimsenin içine düştüğü garip durumu:

” Garip ne demek?.. Biliyorsunuz, kendi vatanından, ehlinden, akrabasından uzakta diyâr-i gurbette olan kimse demek.
Müslümanın garip olması ne demek?.. Yâni kendisinin ehlî, ahbâbi, arkadaşı, kendisini anlayan, seven insanlar kalmadığı için toplumda; diyâr-i gurbetteki bir yolcu, yabancı gibi, o şehrin içinde az ve sevilmeyen, tanınmayan bir insan durumunda kalmak demek.
Eski hattatların yazılarının toplandığı güzel bir hüsn-ü hat mecmuasında okumuştum. Arapça bir söz hoşuma gitmişti. Onu da şimdi yeri gelmişken söyleyeyim:
(Lâ gurbete lil-fâdil,) “Faziletli, ılımlı, irfanlı insana gurbet yoktur.” Çünkü nereye gitse her yerde, ‘Ooo, hocam, buyurun!’ derler, ilmine uygun hürmeti gösterirler. Yine bir mevkî makam, vazife, hizmet mutlaka olur.
(Ve lâ vatane lil-câhil) “Cahile de bir vatan yoktur.” Cahili her yerden kovarlar, “Git burdan ya cahil adam, berbat ediyorsun, aramızda durma!” derler. Cahil olunca vatanı, oturacak yeri olmaz.”

Yolumuzun büyükleri Nakşibendi prensiplerininin en önemlilerinden biri olan Sefer der vatan prensibini çok farklı bir anlam yükleyerek açıklarmışlardır; Vatanında iken seferde olmak. Vatanında sefer hayatı yaşamak. Yani dünyada bir garib gibi olmak ve dünyanın asıl yurdumuz olan ahiret yurduna hazırlık yeri olduğunu idrak etmek.

Bazıları ise sefer der vatan-ı sâlikin kötü huylarından ve nefsani sıfatlarından sıyrılıp iyi huyların ve melekî sıfatların yurdu olan aslî vatanına sefer etmesi şeklinde izah etmişlerdir. Kötü huylar bir daha dönülmemek üzere terkedilmelidir. Kötülükler terkedilirken, huyları layık oldukları gerçek ana yurtlarına emanet etmelidir. Çünkü aslında insan özünde temizdir ve edindiği kötü huylar yüzünden kirlenmiştir. Zaten Sevgililer Sevgilisi, nefsiyle cihadı en büyük cihad olarak nitelememiş midir?

Sıkıntılarının farkında, elde edilecek mükafatın bilincinde, gemileri dönmemek üzere toptan yakan ve arkasına bakmadan çıkılan gurbet zamanla kişiye aşina olacak, garip ise bir bakıma geriye sadece dünyayı ve içindekileri bırakarak, ahiret yurduna talip olacaktır. Yani bir müddet uzak kaldığı, gerçek yurduna…

Ne mutlu mü`min, alim, fazıl, kamil, arif… gariplere… Ne mutlu nerde olursa olsun Rablerini unutmayan, dinini yaşayan ve hizmet ehli mü`minlere… Ne mutlu…

Bir garib olmuş diyeler,
Üç günden sonra duyalar,
Soğuk su ile yuyalar,
Şöyle garib, bencileyin… (Yunus)

Rabia Yener

Yorum Bırakın / Leave a Comment

Go to Top