Rüyadaki Hayal

Bilmezler yalnız yaşamayanlar,
Nasıl korku verir sessizlik insana;
İnsan nasıl konuşur kendisiyle;
Nasıl koşar aynalara,
Bir cana hasret,
bilmezler…

Orhan Veli Kanık’ın mısralarında dile gelen yalnızlık, insanların pek çoğunun korkulu rüyası olup, yaşamı boyu kaçındığı, en korktuğu hallerden biri.

Yaradılışı gereği sevmez yalnızlığı. 

Bu sebeple, Hucurat Suresi 13. ayette* ifade bulduğu gibi, insan bir diğerini tanımak, tanışmak, onunla hemhal olmak ister. İnsanlar ile birlikte yaşamı yeğler.

İçinde bulunduğumuz çağda, gelişen teknoloji ile birlikte oluşan seyahat imkanları dünyayı küçültüp, mesafeleri sorun olmaktan çıkartarak insan topluluklarını birbirine yaklaştırdı, yakınlaştırdı. Bu yakınlaşma, dünya kazan, insanlar kepçe misali, birbirine katıp karıştırarak  köyleri, yerli-yabancı şehirleri, doğudan batıdan, kuzeyden güneyden ülkeleri bir potada eritip, yeni tatlar oluşturdu. 

Neticede birlikte yoğrulmanın kaçınılması zor sonucu olarak birçok olgu gibi kültürler, kurallar, değer yargıları da gün be gün değişip, dönüşmekte.

Bu değişim ve dönüşümün, etkilediği alanları geliştirip, güzelleştirdiği kadar yozlaştırıp, çirkinleştirdiğini de izlemek mümkün bu seyir esnasında.

Enformasyon toplumu, sanayi sonrası toplum, postmodern toplum gibi isimlerle anılan günümüz toplumlarında, yaşanan bu hercümerç içinde, asli çevresinden uzaklaşan insan, yalnızlaşarak, aidiyet hissedeceği mecra bulmakta sıkıntılar yaşamakta, köksüz bir ağaç gibi savrulmaktaydı.

İşte tam bu noktada, şiirde anlatılan aynaların yerini beyaz ekranlar, seslerin, sözlerin yerini klavyeler aldı. Ayna misali beyaz ekranlar, sundukları teknoloji ile bireyler arasında haberleşmeyi, paylaşmayı, bilgi alışverişini, herhangi bir şeyi tanıtma ve reklamını yapmayı sağladı. Kolay, hızlı, zaman sorunu olmayan bu iletişim ağları, alternatif bir yaşam biçimi olarak insanların önüne serildi. Dünya küçüldü, küçüldükçe insanlar yakınlaştı.    

Gerçek hayattaki hercümercin kat be katı bahse konu sanal web üzerinden yaşanmaya başladı. Bir sürü teknik ayrıntıyı bir kenara bırakırsak, ilk önce yeryüzünün bir ucundan ötekine ulaşabilen odalar oluşturup chat yapma ile tanıştı insanlar. MSN ile devam etti. Ardından 2000 li yıllarda akıllı cep telefonları ile birlikte internet, günlük hayatın büyük kısmını işgal etti. 

İnternet denilen elektronik iletişim ağı, bir örümcek ağı misali dünyayı sararak içine hapsetti. Ağ içinde mahpus, köşe başlarını tutanların elinde av oldu tüm dünya. 

İletişim ağı deyince bir parantez açıp kuantum fiziğine göre atom altı düzeyde dalgalardan ve onların titreşimlerinden oluşan, her şeyin birbiri ile bağlı ve bağımlı olduğu mikro alemde, görünmeyen benzer iletişim ağları olduğunu, düşüncelerin, duyguların bu yollar ile de aktarılabilir olduğunu hatırlayalım.

Özellikle ehli tasavvufun konu ile alakalı hatırlayacağı çok anekdot olacaktır. 

Hz. Ömer (r.a.) ve komutanı Sariye arasındaki iletişim bu konuda güzel bir örnektir. 

Birbirine zıt yönlere gönderilen iki foton, birbirinden ışık yılı uzaklıkta da olsalar birbirleriyle ilişkilerini yitirmiyorlar. Fotonlardan biri yönünü değiştirdiğinde diğeri de yönünü değiştiriyor. 

Yenilerde yapılan bir araştırmada insan düşünce dalgaları ile internete bağlanarak bir diğer insana komut verebilmiş. Buradan yola çıkarak insanların önümüzdeki zamanda klavyeler ve ekranlar olmadan, beyin dalgaları ile internet bağlantısı yapabileceği tahmin ediliyor. 

Yine Rus bilim insanlarının yaptığı bir çalışmada iki farklı mekandaki iki ayrı hücrenin haberleşmesi, hücreler arasında görünmeyen iletişimin varlığını ispatlar nitelikte. 

Söz konusu yeryüzünü saran iletişim ağları olunca, ağaçlar arasında mantarlar aracılığı ile sağlanan “Wood Wide Web” denilen bir haberleşme ağından ve hayvanlar arasındaki görünmeyen haberleşmenin bir çeşit ispatı olan “100. Maymun Deneyi” nden de söz etmek gerekir.

Açtığımız parantezi kapatarak tekrar konumuza dönersek insanların çoğu için bu sanal alem, gerçek olanın önüne geçti. Orada öğrendi, orada güldü, orada sevdi, orada yaşar oldu. Güneş battığında kapattığı perdeler, sanal alemde gece gündüz açık kaldı. Evinin kapısından baktırmayacağı insanlara, yattığı odaya kadar sergileyebildi.  

Düşünüldüğünde bahse konu yüksek teknoloji ürünü sanal dünyanın, bir yüzü gülücük ve kalplerin hesaplar arasında uçuştuğu pozitif bir alemken, diğer tarafı düşmanca ve provokatif paylaşımlar göz önüne alındığında, sahte kimlikler ile art niyetli kötü kişiliklerin cirit attığı üzeri örtülü tuzaklarla dolu, çok tehlikeli bir saha, bir savaş alanı olarak nitelendirilebilir.

İnternet aleminin, günümüz insanının gezip dolaştığı, sörf yaptığı, videolar izleyip eğlendiği bilinen kısmının dışında, normal insanların hiç bilmediği, giremeyeceği derin ve çok kirli boyutları olduğu biliniyor. “Dark Web” denilen bu alanın diğer kısma oranı %90 gibi büyük bir rakam. Tıpkı suyun üzerindeki kısımdan çok daha büyük kısmı suyun altında olan bir buz dağı gibi.

Günümüzde, bilinçli olarak bu dünyanın dışında kalmaya çalışanlar dışında her insan, düşünce yapısına, iç alemine, kendine uygun bulduğu açıklıktan, anlatmaya çalıştığım, etrafında dönüp duran büyük kısmı karanlık sanal iletişim ağı içine dalar. Başlar, rüya içinde hayal alemde yaşamaya. 

Kendini ait hissedebileceği açıklıktan bu kervana dahil olan, izlediği kadar izlenir de bu yolculuğunda. Gezdiği sayfalar ve bu sayfalarda harcadığı zaman dahi kaydedilir. İpleri ellerinde tutanlar izledikleri kişi ile alakalı bir data oluşturur, o veriler üzerine ekonomik, siyasi hesaplar yapılır ve sanal alemde önüne çıkan her şey onun ilgisini çekmek üzere planlanır. 

Sanal yolculuğunda karşısına çıkan hiçbir görüntü tesadüf değildir artık. 

Erbabı tarafından kategorize edilebilen kişinin web içine dahil olduğu açıklıklar kişiyi çarkları arasında ezerek değiştirme, dönüştürme ve yeni bir kalıba sokma, kitleleri yönlendirebilme, yanlışı doğru, doğruyu yanlış gösterme, güzelliklere olduğu kadar çirkinliklere de özendirme potansiyeline sahip. 

İşte bu potansiyel, düşünen insanı tedirgin ederek kendini, sevdiklerini tehlikeli kabul ettiği bu teknolojik iletişim alanlarından uzak tutmak için çabalamasına, bu mecraları kullanmayı reddetmesine yol açıyor…

Hümeyra Coşan Uyarel

Recep 1442 / Şubat 2021

*Hucurat Suresi 13. ayet: “Ey insanlar! Şüphesiz sizi bir erkek ile bir dişiden yarattık, tanışasınız diye sizi kavim ve kabilelere ayırdık, Allah katında en değerli olanınız O’na itaatsizlikten en fazla sakınanınızdır. Allah her şeyi hakkıyla bilmektedir, her şeyden haberdardır.”

Alakalı Yazılar

Bir Yorum / One Comment

  1. Suheyla Dagcı 17/02/2021 at 16:04 - Cevapla / Reply

    Esad hocamin kizilcaham dinlenme kampinda anlattıği bi anektotla yazınıza cevap vermek istiyorum

    Rabia-yı Adeviyye’yi hatırlıyorum:
    İki elini böyle sıkmış, koşarak gidiyormuş. Dindar, zâhid, mutasavvıf bir kadın; iki elini sıkmış gidiyor… Manzarayı düşünün!.. Hasan-ı Basri (Rahmetullahi aleyh) takılırmış ona… “Ey cennet hatunu! Böyle yumruklarını sıkmış, nereye gidiyorsun?.. Nedir yâni?..” Anlayamamış böyle hızlı hızlı gidişini… Demiş ki: “Ey Hasan-ı Basrî! Elime iki tane dinar geçti. Birisini bir elime aldım, birisini diğer elime aldım; yanyana getirtmiyorum. Çünkü, bu mel’unlar yanyana geldi mi, fitne hazırlarlar. İkisini birbirinden ayırıyorum. Hemen götürüp bir fakire vereceğim!” demiş.

    Para yanyana geldi mi, insanda para sevgisi uyandırıyor, hırs uyandırıyor… Keyf, zevk uyandırıyor.

    Konuyla pek alakasi yok gibi dursada insanların para kazanma hırsı yuzunden biz kobay olduk para kazanma hırsıyla insan bir araya gelince fitne odalarımıza ailemize düşüncelerimize girdi

    Yazınıźın devamını merakla bekliyorum

    Şağlıcakla kalın efendim

Yorum Bırakın / Leave a Comment

Go to Top