Türk Bilim İnsanından Yeni Bir Keşif; Dilde Koku Alıcılarının Varlığı

“Allah ağzınızın tadını bozmasın”

Bu söz birbirimize yapacağımız en hayırlı dualardan biridir belki de. Çünkü insanın ağzının tadının yerinde olması, mutlu ve sıhhatte olduğunun nişanesidir bir bakıma. Ağzımızın tadı kalmadı dediğimizde ise, keyifsizliğimizi, mutsuzluğumuzu, can sıkıntımızı, gönül darlığımızı ifade etmiş oluruz. Ağzımızın tadı yerinde değilse, yemeden içmeden kesilir, hayattan da lezzet alamaz hale geliriz.  

Son günlerde önemli olduğu kadar, kıymetli ve aynı zamanda ağzımızın tadını yerine getirecek bir bilimsel makale yayınlandı. Bu makaleye göre; dilimiz sadece acı, tatlı, ekşi, tuzlu gibi tatları almakla kalmıyor, aynı zamanda koku da alıyor.  

Dilimizin tat ile birlikte koku alması neyi ifade ediyor, bunun bilim dünyasındaki ve insan hayatı üzerindeki önemi, çeşitli hastalıklara karşı nasıl bir etki ve sonuç doğuracağı…ve daha pek çok konuda, geçtiğimiz günlerde yayınlanan makalesi ve bilim dünyasında geniş yankı uyandıran buluşu hakkında Dr. Hakan Özdener ile yaptığımız mülakatı istifadenize sunuyoruz.  

Son günlerde önemli bir bilimsel makaleniz yayınlandı. Araştırmanıza göre dilimizdeki tat hücrelerinin, tat alma yeteneği dışında aynı zamanda koku alma yeteneği olduğunu da söylüyorsunuz. Yani dilimizle hem tat alıyoruz hem de koku alıyoruz öyle mi? Biraz daha açıklayarak anlatabilir misiniz?  

H.Ö; Öncelikle çalışmama gösterdiğiniz ilgi için teşekkür ederim. Çalışmamda insan burnunda bulunan yaklaşık 500 civarındaki farklı koku alıcı reseptörlerin, hemen hemen aynı oranda insan tat hücrelerinde de yer aldığını ve bu koku reseptörlerinin aynen burnumuzda olduğu gibi koku moleküllerini (taneciklerini) tanıdıklarını gösterdik. Burundaki koku alıcıları, kokuya ne kadar hassas ise, tat hücrelerinde bulunan koku alıcılarının da aynı şekilde kokuya hassas olduklarını ve koku moleküllerini tanıdığını ispat ettik. Ama bu dilimizdeki tat hücrelerinde bulunan koku reseptörlerinin burundaki koku reseptörleri ile aynı görevi gördüğünü söylemek için henüz çok erken, çünkü “tat hücrelerindeki koku reseptörlerinin sinirleri, beynimizde hangi merkezlere gidiyor” sorusunun cevabı henüz bilinmiyor.  

Dilimizdeki tat alma hücreleri aynı zamanda koku alıcısı olarak da görev görmesi gerçeğinin bilim dünyasındaki önemi nedir? Bu buluş kimlere nasıl fırsatlar sunacak?  

H.Ö; Bu çalışmanın sonuçlarının değişik yansımaları olacağına inanıyorum. Öncelikle özelleşmiş duyu hücresinde, farklı duyuya ait özelleşmiş alıcıların bulunduğunu göstermek, hücre biyolojisi ve doku gelişimi açısından önemli. Ayrıca, insan sağlığı alanında değişik katkıları olacağını düşünmekteyim. Çünkü bizim çalışmamızda, daha önce inanıldığının aksine, koku ve tat iletişiminin sadece beyinde değil, periferde ve tat hücresinde de gerçekleştiğini gösterdik. Bu özellikle koku kaybı hastalığına (anosmia) yakalanmış olan kişilerin istifade edeceği bir bilgi. Yani yiyeceklerin kokusunu dilleri aracılığı ile alabileceklerini söylemiş oluyoruz.  

İkinci olarak, bu çalışmamız sonucunda, özellikle yeni gıda ve içecek üretiminde bu çalışma önemli olabilir diye düşünüyorum.  

Elde ettiğimiz bu sonuçla, günümüzde insan sağlığını tehdit eden şişmanlık, obezite, kalp damar rahatsızlıkları, yüksek tansiyon ve inme gibi hastalıkların sebepleri olarak gösterilen, gıdaların içindeki aşırı tuz, şeker, yağ miktarının azaltılmasında faydalı olacağına inanıyorum.  

Daha önceki bilimsel çalışmalara göre; koku moleküllerinin değişik tatların (acı, tatlı) hissedilişini azaltabileceği veya artırabileceği bilinmektedir. Eğer doğru koku molekülü seçilirse, insanlar yediklerinden aynı lezzeti tadabilirken, yani lezzet alımında bir değişiklik olmaksızın, yiyeceklerin içerisindeki tuz, şeker ve yağ miktarını azaltma imkanı doğacaktır. Bu da gıda endüstrisi adına, insan sağlığı üzerinde olumlu etkiler oluşturabilecek son derece önemli bir gelişmedir.  

Tat ve kokunun insan sağlığı üzerindeki etkilerinden bahsettik. Biraz da ikisi üzerindeki etkileşimden bahsedelim. Nedir bu tat, koku ve beyin ilişkisi? Tat ve koku alma neden hep birlikte zikredilir?  

H.Ö; Tat ve koku birbirinden ayrılamaz iki duyu sistemidir. İnsanoğlu bir şeyi yiyip yemeyeceğine karar vermesi için gerekli ön şartlardan birisi, belki de birincisi, yiyeceği ve içeceği şeyin önce kokusunu beğenmesidir. Eğer bir şeyin kokusunu beğenmezsek, yemeyi de reddederiz. Kokusunu beğendikten sonra tadına bakarız. Eğer tadını da beğenirsek o yiyeceği yemeye ve istemeye devam ederiz. Hazır gıda ve içecek sektörü tüm ürünlerini bu temel insan davranış modeline göre hazırlamakta ve sunmaktadır. İnsan gıdası içerisinde aroma diye adlandırdığımız koku maddeleri, gıda içerisindeki tat moleküllerinin özelliklerini artırıp azaltabilir.  

Koku ve tatların gıda sektöründeki etkileri çok ilgi çekici ve önemli. Koku ve tatlar üzerinde durulurken pek çok konuyu da etraflıca düşünmek ve üzerinde çalışmak gerekiyor demek ki. Bu da çok uzun bir süreçten geçmek anlamına geliyor olmalı. Bu konu üzerinde ne zamandır çalışıyorsunuz, nasıl bir süreçten geçtiniz, Bilim dünyasından veya bu konuya ilgi gösteren insanlardan nasıl geri dönüşümler aldınız?  

H.Ö; Bu konu üzerinde yaklaşık 6 yıldır çalışıyorum ve çalışmalarım devam ediyor. Bu çalışma, yayınlandığı andan itibaren çok sayıda ülkeden, çok değişik dillerden, sözlü, yazılı basından ve sosyal medyadan pek çok insana ulaştı. Çalışma sadece bilimsel çevrelerin ilgisini çekmedi, normal, sıradan insan diyebileceğimiz kişilerin de ilgisini çekti. Hiç ummadığım ve beklemediğim geri dönüşümler aldım. Bu çalışmanın yayınlanmasından sonra, değişik ülkelerde yaşayan kişilerden aldığım e-postalarda, hastalar; kendilerinin koku kaybı hastalığı olduğunu ve dilleri ile koku alabildiklerini ama bunu daha önce kimseye inandıramadıklarını ifade ettiler.  

Bir keresinde “Kanser hastaları, tad ve koku duyuları kaybolduğu ve yemek yiyemedikleri için yaşam kaliteleri düşer ve yeterli kalori alamadıkları için hayatlarını kaybederler” demiştiniz. Bununla ne demek istediğinizi açıklayabilir misiniz?  

H.Ö; Bu konuyu şöyle örneklendirerek açıklamaya çalışayım. Özellikle kemoterapi veya radyoterapi alan (kanserli) hastalarda tat duyusu kaybı ya da büyük oranda tat alma değişimi, çok sık karşılaşılan, üstelik son derece moral bozucu yan etkilerden biridir. Bu durumdan kaynaklanan tat alma değişikliği sonucunda iştah kaybı, sevdiği yemeklerden bile hoşlanmama, yiyeceklerin tadını alamama ve bunun sonucu olarak yetersiz beslenme, yetersiz enerji alımı ve kilo kaybı meydana gelir. Bu durum hastalığın daha da kötüleşmesine, iyileşmenin gecikmesine, hatta hastanın ölümüne sebep olabilir. Bu durum yalnızca kanser hastalarında değil, antibiyotik alan kişilerde dahi görülebilir. 

Hücreler üzerinde çalışırken insanları ve fareleri kullanıyorsunuz. İnsanda 500, farede 2000 koku alıcısı var. Fareye kıyasla daha az alıcımızın olması bizim koku alma alıcılarımızı daha mı kaliteli yapıyor, yoksa fare bu konuda bizden daha mı şanslı?  

H.Ö; Koku duyusu, tüm hayvanlar için alarm sistemi, çevresel tehlikelerin ve gıda kaynaklarının tespiti için de son derece önemlidir. Bu durum insanlar için de geçerlidir. Reseptör sayısı kadar bu reseptörlerin hassasiyeti ve kaç farklı kokuyu tanıyabileceği önemlidir. Farelerin yaşam alanı doğa olduğu için korunma ve hayatının devamı için koku reseptörlerinin daha fazla olması normaldir. Burada önemli olan çok reseptörü olan çok daha şanslı demek değildir. Her hayvan türü kendisi için yeterli ve gerekli olan sayıda reseptör ile donanımlı olarak dünyaya gelir ve yaşar.  

Bu konu ile ilgili yazılmış hemen her makalede, oğlunuz Hasan`dan bahsediliyor ve size bir soru sorduğu ve böylece araştırmalara başladığınız anlatılıyor. Hasan, sizde var olan bir fikrin aydınlatıcısı ve daha belirleyici vesilesi olmuştur muhakkak. Başka bir deyişle kararlılığınızı artırdı belki. Öncellikle genç bir beynin doğru istikamette düşünceleri bizi çok mutlu etti. Hasan`ı canı gönülden tebrik ediyoruz. Aranızda geçen bu olayı bize de anlatabilir misiniz nasıl oldu ve size neler hissettirdi?  

H.Ö; Yaklaşık 6 sene önce, ortaokulda okuyan oğlum Hasan’ı okula bırakırken bana “Baba, yılanlar niçin dillerini dışarı çıkarırlar biliyor musun?” diye sordu. Ben “bilmiyorum” deyince? Bana; “İnsanları korkutmak için değil, havadan kokuları toplamak için” dedi.

Sonra yılanların nasıl koku aldıklarını araştırdığımda, bunun doğru olduğunu ve yılanların değişik bir koku alma sisteminin olduğunu öğrendim. Ben de o sıralar bu çalışmaya başlamıştım ama ilk sonuçlara çok şüphe ile bakıyordum. Aramızda geçen bu konuşma çalışmalarıma daha bir yoğunluk ve değişik boyut kazandırdı.  

Bir Müslüman olarak, bu araştırma süreci, sizi mutlaka Allah`ın büyüklüğünü, insanın yaratılışındaki ihtişamı, kainatın ve bilimin sonsuzluğunu daha iyi anlamanız için fırsatlar sunuyordur. Araştırmalarınızı bu gözle değerlendirirseniz neler söylemek istersiniz?  

H.Ö; Bu soru benim sadece bu çalışma süresince değil, tüm hayatım boyunca hissettiğim duygularımı kapsamaktadır. 20 yıldan fazladır bilimin içinde oldum, çok sayıda ciddi bilimsel projelerde rol aldım. Tat hücresi ile 15 yıldan fazla çalışmaktayım. Yani başka bir deyişle, hayatımın 15 yılını bu hücreye verdim. Ama bana tat hücresi ile ilgili ne biliyorsunuz diye sorarsanız, cevabım; henüz bir şey bilmiyorum, olacaktır. Bilim ile uğraşmak bana, her saniye, yaratıcılığın sadece ve sadece Allah’a ait olduğunu gösterdi ve öğretti. Bu mükemmel ve kusursuz Yaratıcı’ nın eserlerindeki yaratılış kurallarını öğrenmek için çaba sarf etmek, beni ziyadesi ile mutlu etmektedir.  

Bu faydalı mülakat için size çok teşekkür ediyoruz. Ayrıca insanlık adına yaptığınız değerli çalışmalarınız için sizi kutluyor, başarılarınızın devamını diliyor, Rabbimizin daima yar ve yardımcınız olması için dua ediyoruz.

Röportaj; Rabia Yener  

Muharrem 1441/Eylül 2019  

Dr. Hakan Özdener Kimdir?  

Türkiye’de Ondokuz Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesini bitirdikten sonra Hindistan’da Genetik Mühendislik ve Biyoteknoloji (ICGEB) merkezinde hepatit E virüsü moleküler biyolojisi üzerine doktora tezini tamamlayan Özdener, ayrıca, ABD Philadelphia Temple Üniversitesi`nde de Halk Sağlığı üzerine tekrar master öğrenimi gördü.

Farklı bir ülkede yaşasam da ben bir Türküm ve bundan her zaman gurur duydum.” diyen Özdener, bilim eğitimi konusunda özellikle anne babalara şu tavsiyelerde bulundu:

Allah’ın yarattığı her şeyin oluşunu ve işleyişini anlamak için bir araç olan ilmin elde edilmesi eğitimi evde başlar. Anne ve babalar ve hatta dede ve neneler, çocuklarının merak ve öğrenme duygusunu artıracak şekilde okumalara ve küçük ev deneylerine teşvik etmelidir. Bilim adamı yetiştirilmesi için ilk şart çocuklara ve gençlere okumanın ve bilimin sevdirilmesi gereklidir. Bunun içinde anne ve babaların ve öğretmenlerin ellerindeki imkanların ölçüsünde çocuklarına deney yapmayı, öğrenmeyi ve okumayı sevdirmeleri gerekiyor. Çocuklar öğrenmeye yönelince zaten kendi imkanlarını bir şekilde oluşturuyorlar. Maalesef sosyal medya denilen akımlar gelecek neslin yetişmesindeki en büyük ve en önemli engel teşkil etmektedir.” dedi.  

Konuyla alakalı makaleler;

Yorum Bırakın / Leave a Comment

Go to Top