Yurtdışı İzlenimleri

Başka bir ülkede yaşıyorsan bil ki; O ülke senin rahatın için değil, kendi ülke vatandaşının rahatı için tasarlanmıştır.”*

Acı ama gerçek bu. Başka bir ülkeye gittiğinde; önce özgürleştiğini, herkesten bağımsız rahat bir hayata kavuştuğunu sanırsın, sonra memleketinle alakalı her şeyi özlemeye başlarsın, en son aşamada ise, “niye buradayım” diye sorgu sual ederek geri dönme hayalleri kurarsın.   

İşte tam bu noktada memleketine dair bildiğin bütün olumsuzlukları unutur, ona dair bütün iyilikleri, güzellikleri sıralamaya koyulursun. Bir taraftan da, gurbeti yaşadığın müddetçe iyi, kötü hatıralar biriktirmeye başlarsın.

Aşağıda yıllarca yurt dışında kalmış ve hala kalmaya devam eden kardeşlerimizin görüş ve tecrübelerini bulacaksınız. Her biri farklı yaş, hayat görüşü, bilgi ve birikimi olan bu kardeşlerimizin izlenimlerini ve yurt dışına bakış açınızı değiştirebilecek tecrübelerini dikkatle okumanızı ve bütün yaşanmışlıklardaki ortak noktayı bulabilmenizi temenni ederiz.  

Hümeyra Hanım`dan Avusturalya izlenimleri;  

Ben Avustralya’nın bizim kaybettiğimiz değerlere sahip olmasını sevmiştim. Erken evlenip çocuk sahibi oluyorlardı mesela. Hırsızlık yoktu neredeyse. Erken kalkıp, erken yatıyorlardı.  İnsanlar birbiri ile alakalı ve yardım severdi.

Kendimi yabancı gibi hissetmeyi hiç sevmedim. Bunu ben mi hissettim bana hissettirildi mi bilmiyorum. Dil hakimiyetimin olmaması da bir etken olabilir. Sana hiç aldırmıyormuş gibi görünen kalabalıklar arasında güvensiz kalmayı da sevmedim. Suudi Arabistan, Cidde, Mekke ve Medine dışında, dış görünüşleri bana benzeyen ama farklı bakıp ayrı yaklaşanları da sevemedim. Memleket hasretinden burnumun direği sızladıİnanamadım…  

Saadiyye hanımdan Çin Halk Cumhuriyeti izlenimleri;  

Çinli Müslümanlarla dostluklar kurmayı… Daima güler yüzlü, mütevazı, yardımsever olmalarını… Yeşilliklerini, doğasını, halkın güler yüzlülüğünü… Çince konuştuğumda tebessüm edişlerini… Doğal ve sebze ağırlıklı beslenip tıbbi bitkileri mevsimsel olarak, hastalık ve sağlıkta farklı usullerle tüketmelerini… Bambu gibi doğal malzemeleri hala bebek arabası, koltuk, inşaat iskelesi gibi yerlerde yaygın olarak kullanmalarını seviyorum. 

Maddi durumları ne olursa olsun basit kıyafetlerle pazara alışverişe gitmek, kendi yemeğini yapmak ya da trafik saatinde makam aracıyla değil, toplu taşım araçlarıyla yolculuk yapmak gibi tevazu eseri davranışlar sergilemelerini Yerli tropik meyveleri Çocukları çok sevmelerini, mutlaka iltifat edip konuşmak istemelerini… Uygur restoranlarında ecdad yadigarı cisimlere rastlamayı, Uygurlarla kısmen Türkçe anlaşabilmeyi... İhtiyaç duyduğunuz eşyanın birkaç farklı çeşidini uygun fiyata bulabilmeyi seviyorum.  

Buna karşılık; Hava kirliliğini… Hayat pahalılığını… Gıda güvensizliğini… Nerden geldiğini anlayamadığım lağım kokusunu… Çocuklarımda alerjik tepkilere yol açan sinek çeşitliliğini… Her dip köşede cirit atan fareleri… Gıda ürünü satan dükkanlarda ve hastanelerde bile rastlanan, hijyene mani görülmeyen hamam böceklerini… En basit belge işinin bile aylarca sürmesine sebep olan devlet bürokrasisini. En lüks yabancı restoranında ya da alışveriş merkezinde bile hissettiğim sigara kokusunu… Yeşilliklerinin köpek ve hatta insan pislikleriyle kirletilmiş olmasını… Umumi mekanların engelli ve çocuklara uygun olmamasını… Metro girişlerinde yürüyen merdivenlerin sadece çıkış yönünde hizmet vermesini… Her durakta tuvalet, hiçbir umumi mekanda bebek bakım odası bulunmamasını… Halkın yabancılara yabanî muamelesi yaparcasına, eliyle durdurup resim çekmesini ya da yadırgayan bakışlar fırlatmasını… Sevmiyorum.  

Amerika izlenimleri;  

Nurgül Hanım;  

Burayı en çok, aile bireylerinin birbirine sıkı sarılmasına vesile olduğu için seviyorum. Ayrıca burada kendimize daha çok vakit ayırabilmemizi bir nimet olarak görüyorum. Amerika’nın hayatı kolaylaştıracak şekilde düzenlenmiş güzel bahçeli evlerini seviyorum. Ayrıca bahçe bakımının mahallede şart olmasının, gereken şartları uygulamayınca ihtar alınmasının, düzeni korumak için iyi bir uygulama olduğunu düşünüyorum. Ülkede genel olarak düzenli bir hayatın olmasını ve kuralların genelde uygulanıyor olmasını seviyorum. Siyasi meselelerin her konuşmanın gündeminde olmaması, hatta insanların çoğunun siyasi görünüşünü saklaması da bence çok güzel. Bununla birlikte, insanların hallerinden çok şikayetçi olmamaları, resmi daire gibi yerlerde uzun beklemeler, aksaklıklar olsa bile kavga çıkmamasını hayret ve takdirle karşılıyorum.     

Buna karşılık; Global bir mesele belki ama -burdan yayıldığını düşünüyorum-; iyi-kötü sınırının olmamasını, her şeyin kabul görmesini sevemiyorum. Bir de ev hayvanı mantığını çok kabullenemiyorum. (Kediler eve kapatıldığı için büyük şehirlerde sokaklar fare dolu mesela. Hayvanların fıtratına aykırı olması tarafı ayrı bir mevzu tabi.) Merdaneli çamaşır makinelerine, deterjanların kötü kalitesine alışmak da başta zor olmuştu. Çamaşır suları da çok keskindir bu arada.   

Betül hanım;  

Ben sanırım zamanında yurtdışında okumayı çok istediğim için, Amerika`ya büyük bir hevesle geldim. Ailelerin ve yıllarca biriktirdiğim arkadaşlarımın yakınımda olmaması dışında pek bir şey gözüme batmıyor. Ta ki Türkiye`ye tatil için gidinceye dek. O zaman benim de zihnimde listeler oluşuyor;  

Sevdiğim şeylerin en başında, kültürleri, dilleri ve insanları tanımak geliyor. Bambaşka yerlerden gelip aynı küçük davranışı yapmayı Aynı deyimin farklı dillerde de olmasını Farklı dediğimiz dinlerden insanların dindar olunca kafa yapılarının bize daha çok benzemesini Düşünce alışverişini Ülkemizi ve kültürümüzü ön yargılardan arındırarak tanıtabilme fırsatını Çocuğumun bir dolu Müslüman kültür içinde hepsini görerek büyüyor olmasınıMinik ailemizin biz bize olmasını, çocuğumu yetiştirme tarzıma (hemen hemen) kimsenin karışmıyor olmasını Hamarat olma çıtasının Amerikalı ya da Çinli arkadaşlarımın yanında bir hayli düşmesini ve böylece Türkiye`de okumuş ama mutfağı öğrenememiş sınıfındayken, burada poğaça yapıp iltifat alanlardan olmayı Çok küçük yaştan öğrendiğim kurallara, doğrulara, başka türlüsünü görüp daha sıkıca bağlanma hissini Ya da hep görerek içselleştirdiğim bazı şeylerin başka türlü de olabileceğini fark edip bakış açımın genişlemesini Başkalarını o konuda yargılama içgüdümün azalmasını Gurbet dostluğunu, komşuluğunu İnsanların birbirine evini, arabasını, eşyasını tüm samimiyetiyle verebilmesini Aile gibi dostlar biriktirmeyi Dost biriktirebilme nimetine erişince, sıkı sıkı bağlanmayı Yoğunluğa rağmen daha çok görüşme hevesi, gayreti taşımayı Doğası, yolculukları ve rahat araba kullanabilme imkanını (Hala Türkiye`de araba sürebileceğime inanmıyorum da)… Seviyorum.  

Buna karşılık; Gördüğüm her şeyi yiyememeyi… Çok samimi arkadaşlarımın, ailemin önemli zamanlarını uzaktan izlemek zorunda kalmayı… Gözden ırak gönülden ırak olmayı, unutulmayı… Ezan sesi duyamamayı… Cami özlemi çekmeyi… Dilimi unutuyor olmayı… (korkarım çocuğum da ben de plaza dili kullanıyoruz) Gelişeceğim, geliştireceğim derken, kendi kültürüme yabancı kaldığım noktalar bulmayı… Aklıma yatan mantıklı bulduğum buraya dair şeyleri hep sorgulamak zorunda hissetmeyi… Türk samimiyetini, içtenliğini gayrimüslim ve hatta Müslüman kardeşlerimde dahi bulamamayı… Buraya ait hissetmiyor olmayı… Sevmiyorum. 

Esra hanım;  

Müslümanlığın Doğu ve Batı milletlerinde farklı boyutlarda yaşandığını göstermesini, buna rağmen aynı dine ait olmayı seviyorum. Memleketimde kalbimde yaşamayı yeterli bulduğum değerlere burada somut anlamlar kazandırabilmeyi seviyorum. Türkiye’ye göre bireysel ve akılcı olan hayatın, inancıma tahminimden öte bilimsel açıklamalar getirmesini ve hayrete düşmeyi seviyorum. Katı ve önyargılı yüreklerin (gözlemlediğim kadarı ile Amerikalılar daha meyilli oluyorlar) birazcık sevgi ve ilgi ile hemen yumuşadıklarını görmeyi seviyorum. İş yerinde tanıştığım, sorgulama şekillerini sevdiğim insanların, zamanla neden inançlı olduğumu anlamaya başlamalarını ve çok da mantıksız bulmadıklarını sezinlemeyi seviyorum.  

Ama, evlerin içerisine temiz ayakla basmayı açıklamanın bu denli zor olmasını sevmiyorum. Burada büyümüş Müslümanlar dahi ya ayakkabı ile içeri adım atıp çıkarıyor ya da dışarıda çıkarsa dahi dışarıda yere basıp sonra içeri giriyor. İnsanların bir hatadan sorumlu tutulmaktan korkmalarını sevmiyorum. Hatanın insanlık olduğunu, niyetin esas olduğunu anlamayışlarına üzülüyorum. Mail atıp soru sorduğunuzda eğer cevap vermemek için bahaneleri var ise, bu bahaneyi uzun aradan sonra verdikleri cevapta belirtmelerini ve onca süre sizi bekletmelerini sevmiyorum. Yediğiniz şeyden ikram ettiğinizde, isteseler dahi çekinmelerini/ ya da geri çevirmeyi güçlü karakter özelliği olarak görmelerini sevmiyorum. Yüzünüze kibar iken kapalı kapılar ardında haşin karakterlere dönüşmelerini sevmiyorum.  

Feyza Hanım;  

Gurbet biraz da arafta kalmak hali Ne oralı ne buralı olabiliyorsunuz Geçenlerde bir söz duydum; Arafta kalmanın da aslında iyi bir şey olabileceğinden bahsediyordu Hep mutlu ya da hep mutsuz halinden ziyade böyle arada kalıp iki hali de yaşamak Aslında her nerede olursak olalım bu gel-gitler üzere yaşıyoruz. Allah hayırlı yerde, hayırlı insanların içinde, hayır üzere yaşatsın cümlemizi…  

Melek Hanım;

Kolay ulaşılır mesafede ve kalabalık olmayan mesire alanlarını… Kütüphanelerini… Orijinal Müzelerini… İnsanların birbirlerinin dış görünüşleriyle ilgilenmemelerini… Çocukları dersle boğmayan, öğrendiklerini tecrübe etme imkanı sağlayan, sağlıklı bir okul-aile işbirliği kurmuş eğitim sistemlerini… Selamlaşma adetlerini… İnsanların işlerini severek ve hakkıyla yapmalarını… Kurallara uyulmasını… Yeterli seviyede olmasa da İngilizce öğrenmeyi… Çeşitli sebeplerle oluşan imkansızlıkların, insanı yeni şeyler öğrenmeye ve denemeye zorlamasını; Mesela, bitmiş bir streç film rulosuyla baklava ve mantı açmayı, bir eşyanın kullanım amacını değiştirerek ömrünün ne kadar uzatılabileceğini öğrenmiş olmayı…Sokaklarda türlü hayvanların rahatça şehrin sakiniymiş gibi dolaşmalarını… Seviyorum.

Buna karşılık; Kimsenin Türkçe bilmemesini… Çok kibar birinin birden soğuk birine kolayca dönüşebilmesini… Ambalajlı gıdaların tazelerine oranla daha ucuz olduğu için tercihin paketlenmiş gıdalara yönünde kullanılmasını… Samimi davranışın seviyesi konusunda tereddüt yaşamayı… Evimdeki, açı değiştiğinde dışarıyı görmeyi zorlaştıran plastik perde sistemini ki; beni ilk geldiğimde en çok sıkan şeylerdendi… Sesi çok fazla geçiren incecik duvarları; Bunu acı bir şekilde, taşındığımız gecenin sabahı alt komşumuzun kapıya dayanmasıyla öğrenmiş olduk…  İnsanların yoğunluktan ötürü birbirlerini ziyaretleri ihmal etmelerini… Bakım için gelen site çalışanlarının zili bir kez çalıp cevap beklemeden kapıyı hemen açarak içeri girmelerini… Sevmiyorum.

Çocuklarımın sevmedikleriyse;
Yalnız dışarı çıkamamak… Komşu çocuklarla oynayamamak… Hamsi yiyememek…

Rabia Hanım;  

Dostlarımı Bir Müslümanla karşılaşıp selamlaşmayı Herkesin, kim olduğuna bakmadan birbiriyle selamlaşmasını Ama o hepsi kadar, daha ileri bir ilişki bulamıyorsun, belki de istemiyorsun Yeşil alanlarını Kimsenin kimseye müdahale etmeyişini Sakin, trafiği az yollarını Trafik kurallarına riayet edilişini Park yerlerinin çokluğunu Basit hayat tarzını seviyorum…  

Buna karşılık; İnsanların sabahleyin çekiştire çekiştire çocuklarını bir yerlere bırakmak zorunda kalmalarını… Sadece göçmenlerin değil, kendi insanının bile aslında kalabalıklar içinde yalnızlığını… Çocuk sesleri gelmeyen mahallelerini… sevmiyorum.  

*Alıntı 

Yorum Bırakın / Leave a Comment

Go to Top