İlim Yolunda- Çileler, Fedakarlıklar ve Adanmışlıklar

Düzceli büyük âlim Zâhid’ül-Kevserî’nin rahle-i tedrisinde yetişmiş, son Osmanlı Şeyhülislamı Mustafa Sabri Efendi, Ali Yakup Cenkçiler, Mustafa Runyun, Ali Ulvi Kurucu gibi dönemin münevver şahsiyetleriyle aynı ilim halkalarında bulunmuş ve kendisi de bilhassa hadis ve usulü alanında eşine zor rastlanır kıymette bir âlimdir Abdulfettah Ebu Gudde. Onun kaleme aldığı, Arapça ismi “Safahât min sabr’il-ulemâ ‘alâ şedâidi’l-‘ilmi ve’t-tahsîl” olan ve Erkam Yayınları tarafından Türkçeye “İlim Yolunda- Çileler, Fedakarlıklar ve Adanmışlıklar” ismiyle kazandırılan kitabı, İslam ilim geleneğinin temelini teşkil eden ilimlerin günümüze gelinceye dek geçirdiği merhaleleri ve hususen bu mühim süreçte emeği olan âlimlerin muazzam hatıralarını anlatıyor.

Kur’an ve Hadis ilimlerinin ana kaynağından alınması, muhafaza edilmesi, yazılması ve yine yazılarak çoğaltılması yolunda yârdan ve serden geçen ilim âşıklarının hayatlarından kesitler ihtivâ eden bu eser; okuyucuya çile nedir, nasıl çekilir, maşuk yolunda asıl fedakârlık nasıl yapılır en özlü biçimiyle sunuyor.

Müellif bu hikâyeleri kaleme alırken İmam-ı Azam Ebu Hanife’nin şu sözlerinden cesaret almış:

“Ulemanın güzelliklerini anlatan hikâyeler bana fıkhın çoğundan sevimli gelir, çünkü bu hikâyeler bize âlimlerin edep ve ahlakını öğretir.”

Benzer şekilde Cüneyd-i Bağdâdî’nin “Hikâyeler Allah’ın askerleridir. Bu askerler müridin imanını kuvvetlendirir.” sözleri de Abdulfettah Ebu Gudde’nin ahlakı kuvvetlendirip güzelleştirecek gerçek olayları yazmasında teşvik unsuru olmuştur.

Kitapta genel olarak ilim denildiğinde kastedilen hadîs-i şerîflerdir. Bu tercihte hem Ebu Gudde’nin bir hadis âlimi olmasının hem de İslami ilim geleneğinde bilhassa ilk yüzyıllarda ilim dendiğinde hadis ilminin anlaşılmasının payı vardır.

Müellif, kitabı temel olarak sekiz kısma ayırmıştır. Bu kısımlarda ilim taliplerinin ne tür zorluklar çekerek tahsil gördükleri ve ne gibi imkânlardan mahrum kalarak veya kendilerini mahrum kılarak ilim uğrunda fedakârlıklarda bulunduklarını yaşanmış misaller vererek açıklamaktadır:

İlk bölümde âlimlerin birilerine veya bir yerlere bağlı kalmadan, diyar diyar dolaşarak, yalnızca tek bir hadîs-i şerîfi öğrenmek için bile olsa günlerce, aylarca yayan giderek davalarını yürüttükleri anlatılıyor. O dönemde talebenin niteliğini anlamada rıhle (ilim için çıkılan yolculuk) önemli bir kıstas olarak görülüyor, hatta âlimin güvenilirliğine bir delil olarak sayılıyor. Çünkü rıhle, ilmî birikimi artırmak ve bilgiye giden yolu açmak, genişletmek, ilimde derinleşmek için müstesna bir yöntem olarak kabul ediliyor. 

İlim gibi yüksek bir gaye için meşru faydalardan bile fedakârlık ettikleri, “ilme rahatlık içinde ulaşılamaz” diyerek eski bir elbiseye, biraz ekmek kırıntısına kâni oldukları; mescitlerini ev, hasırlarını yatak, taşları yastık yaptıkları anlatılıyor ikinci bölümde. 

Üçüncü bölüm, kitabın en uzun kısmını teşkil etmektedir çünkü fakirlik, önceki ulemanın bir ortak noktası ve hatta bir şiârı ve düsturu olmuştur. Kimisi evinin çatısını oluşturan keresteleri, kimisi sırtındaki tek gömleği satmak zorunda kalmıştır. Meteliğe muhtaç olup yine de ilim yolundan dönmemişlerdir. “Fakirlik olmadan, ilim olmaz.” ve “sen ilme varını yoğunu vermezsen, o sana kendinden bir kısmını bile vermez” sözlerinin nasıl tecrübeyle sabit olduğuna şahit olacaksınız. 

İlim taliplerinin açlık imtihanıyla nasıl sınandıkları dördüncü bölümde ele alınmaktadır. Öyle ki bazı talipler senelerce katıksız ekmekten başka bir şey yememiş, kimisi günlerce aç susuz gemilerde seyahat etmiş, açlıktan baygın düşmüş fakat tüm bunlara rağmen çıktıkları yolculuktan bir an olsun geri durmamışlardır. 

Gerçek âşıklara, kalbi imanla çarpanlara her türlü zorluk kolay gelir. Yoksa bu felaketlere kim, nasıl tahammül edebilir? “Kim hadis ilmine gönül verirse iflas eder” diyen büyük zât “annemin tasını bile yedi dinara sattım” diyerek konuşmasına devam etmiştir. Kitabın bu beşinci bölümünde sayısız belalara tahammül edip kimseye el açmayan, takvayı kendilerine azık edinen mümtaz şahsiyetlerle tanışacaksınız.

Âlimler için kitapları; canları, kanları, evladları gibidir. Kitaplarını kaybetmeleri onlar için büyük bir hüzündür, felakettir. Bazen ellerinde olmayan sebeplerle kitaplarını kaybetmiş, bazen de dehşetli sıkıntı içinde kalıp satmak zorunda kalmışlardır. Eserlerini yitiren ulemanın ve dahi talebenin nasıl müteessir olduğuna hâssaten altıncı bölümü okurken şahit olacaksınız.

Yedinci bölümde; dinimizde üzerinde çokça durulan, teşvik edilen bir müessese olmasına rağmen bir kısım ulemanın ilmi evliliğe neden tercih ettikleri, yaşanmış hadiselerle, ulemanın hayatından kesitlerle anlatılıyor.

İlmin ustaları için tahsil sevinci, mal mülk sevincinden çok daha ötedir. Varını yoğunu ilme harcayıp, kursağından üç gün üst üste lokma geçmeyenlerin örnekleri, son kısım olan sekizinci bölümde tüm açıklığıyla veriliyor.

Şimdi kolaylıkla ulaşabildiğimiz kitapların, ilmî kaynakların; o dönemlerde harikulâde zor şerâit altında yaşanmasına rağmen bir dantela gibi şevkle, özenle ilmek ilmek işlendiğini okudukça hayrete düşmemek elde değil. O aşkla yaşanmış hatıralar zihinde canlandıkça sanki kitabın nuru okuyucuya sirayet ediyor. İki satırında dahi keyif içinde geçirilen yıllar değil; bilakis çile ve ıstırapla perçinlenmiş hayatları görmek mümkün. Her birisi tek bir ihtisasla kalmayıp farklı disiplinlerde de uzman olan âlimlerimizin ölüm döşeğinde bile mesele mütalaa ettiklerini okumak; biz ilim taliplerini iştiyakla dolduruyor. Allah rızası için tüm bu zorluklara katlanan kıymetli âlimlerimize, Yüce Rabbimiz ecrini iki cihânda versin. Cümlesinin merkâd-i pâkini pür nûr, makamını âlâ eylesin. Bu ilim yolcularının seyircisi hükmündeki bizlere de bu sırra mazhâr olmayı nasip eylesin.

Bir âlimin dediği gibi: “Asıl âlimler gitti, onlar gidince bize âlim dediler.”

Şeyda Toprak

Ankara – Mayıs 2017

Yorum Bırakın / Leave a Comment

Go to Top