Yahya Kemal’den Bugüne İstanbul

Sadettin Ökten bu kitapta Yahya Kemal’in on beş adet şiirini ele almış, her birinin ardından şiirin muhtevasına müteallik kendi denemelerini sunmuştur. Denemelerinde genellikle Yahya Kemal’in yaşadığı, şiirlerine konu ettiği İstanbul ile bizzat içinde yaşadığı İstanbul’u zarif bir dille mukayese etmektedir. Bu kıyas, tatsız tuzsuz teknik bir oranlama değil, medeniyet ve kültürümüzün üzerinde kurulu olduğu fikir dünyamızın süzgecinden geçmiş bir cevher niteliğindedir. Kitap ilk defa “Yahya Kemal’in İstanbul’u ve Devamı” ismiyle basılmış, daha sonra yazımızın başında belirttiğimiz güncel ismiyle okuyucularıyla buluşmaya devam etmiştir.

Kitabın bölümlerinden söz etmeden evvel müellif hakkında bilgi vermek en doğrusu olacaktır.

Sadettin Ökten, 1942 İstanbul doğumludur. Babası, imam-hatip liselerinin kurucusu olarak bilinen Celaleddin Ökten’dir. İstanbul Teknik Üniversitesi, İnşaat Mühendisliği bölümünden mezun olan Sadettin Ökten, kazandığı bir burs ile yüksek lisansını Amerika’da yapmış ve döndüğünde İTÜ İnşaat Mühendisliği Betonarme Kürsüsünde asistanlığa başlamıştır. Daha sonra çeşitli üniversitelerde hocalık yapmış, profesörlük unvanı kazanmış ve en son Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi, Mimarlık Fakültesinden emekli olmuştur. Daha çok şehir, kültür ve medeniyet konulu yazılarıyla tanınan Ökten; bilim tarihi ve felsefesi, kültür, medeniyet ve sanat alanlarında özel ilgi sahibidir. Halen mesleki faaliyetlerini sürdürmektedir.

Bir tepeden İstanbul temaşasıyla süslenmiş güzel bir şiirle başlıyor eser. Bakmak, görmek ve hissetmekle gelişen macera, okuyucuyu Tarihi Yarımada veya kadim adıyla Nefs-i İstanbul’un değişimi üzerine düşünmeye sevk ediyor. Çünkü yazara göre bakmak görmenin bir ön şartı olup, görmek de insanı düşünmeye yönlendirmektedir. Bu serüvende İstanbul’un değişimini tespit etmek çok zor değildir. Şehrin dokusundaki bariz farklılığı irdeleyen Ökten, tespit ettiği dalgalanmanın hayatın kaçınılmaz bir gerçekliği olduğunu kabul eder fakat bu değişimin niteliği hususundaki ciddi endişelerini paylaşır okuyucuyla. Değişimin yollarla başladığını belirtir yazarımız. Dikkatle bakıldığında mütehakkim ve gâsıb yolların; eski İstanbullunun vazgeçilmez umdelerinden olan had, hudud ve sınır algısına ne denli uzak kaldığına dikkat çeker ve bunu şu şekilde telaffuz eder:

“İstanbul değişiyor. Bu değişim yollarla başladı. Eski İstanbul’da yollar topografyaya hürmetkâr bir tarzda ve onun verdiği imkânlar istikametinde araziye en az müdahale ile inşa edilirdi. Çünkü onları inşa eden insanlar, üzerinde yaşadıkları arzın da ilahi bir emanet olduğuna inanmışlardı.”

Bu öyle bir değişimdir ki, şehirlinin medeniyet telakkisine dokunan, dünya görüşü, hayat felsefesi, kıymet hükümleri ve davranış biçimlerine adeta bir virüs gibi sızıp şehir-şehirli bütünlüğündeki mükemmeliyeti bozan bir mahiyet arz eder. Yazar bu ilişkiyi şu şekilde izah eder:

“… tutarlı bir medeniyet ortamında şehri şehirli inşa eder, imar eder, bakar ve korur. Böylece insan ile mekân ya da özelde şehirli ve şehir birlikteliği mükemmeliyet kazanır. Bir şehre o şehirde yaşayan şehirlinin medeniyet telakkisi ve tarihsel serüvenine tamamen yabancı binalar inşa edildiği ve düzenlemeler yapıldığı zaman, yukarıda sözünü ettiğimiz bütünlük ve mükemmeliyet kaybolur. Ve zaman içinde cansız ve etkisiz sandığımız binalar, içinde yaşayan şehirliyi kendi şartlarına uydurur ve sahip olduğu medeniyet telakkisinden uzaklaştırır.”Bir manada eskilerin söylediği: “şerefü’l-mekân bi’l-mekîn” (Bir mekânın şerefi o mekânda bulunanlar iledir) sözünün dayandığı yapıyı zenginleştiriyor Ökten.

Kitabımızın ilerleyen kısımlarında Bir Başka Tepeden adlı şiirde geçen “Aziz İstanbul” hitâbından olsa gerek, bir şehrin nasıl aziz olabileceği sorusuna cevap arıyor yazar. Devamında ise revnaklı ve efsunlu şehir ayrımına izah getirebilmek adına yaşayan misaller ve tanımlamalara başvuruyor. Yazara göre efsunlu şehir, hayatı ölümle beraber düşünür. Revnaklı şehirler ise baştan itibaren aklî ilkelere göre planlanmış ve bu sınırların dışına çıkmayan şehirlerdir. Bu minvalde düşünüldüğü zaman İstanbul efsunlu şehir iken; Paris revnaklı şehir olarak tefrik ediliyor kitapta.

Yahya Kemal’in üslubuyla ele aldığı bu denemelerde çok çarpıcı ifadelere de yer veriyor yazar. Örneğin; bir şehrin yeryüzü, sema ve su ile olan ilişkisini ele alarak, suya sahip olan şehrin şeref bakımından diğerlerinden üstün olduğunu söylüyor. “Su her şehre lütfedilmemiştir!” diyerek heyecanlandırıyor okuyucuyu. Benzer şekilde, yaşanılan beldede huzurlu olmanın bağlantılı olduğu şeyin, şehrin fiziksel yapısı değil; ikâmet edenlerin dünya görüşlerinin birbiriyle uyumu olduğunu söylüyor. Fertlerin iç dünyasında arzu ettiği iklimi bulmaları, mesut ve mutmain olmaları böyle bir muhit ile sağlanabilir. Yazar bu muhite “vatan” diyor. Aksi hâkim olan durumlarda bu ahenksizlik orada yaşayanların hayat biçimlerine tesir etmiş ve başka bir değer sisteminin ortaya koyduğu biçimlere göre yaşanmaya başlanmıştır.

Saadettin Ökten’in latîf bir meltem gibi gönlümüze değip geçen cümleleri, bir medeniyet gurbetini iliklerimizde hissettiriyor. Hissettiriyor ki, bu derdi sahiplenip kadim medeniyet birikimimizi yeni bir medeniyet yorumu getirmek suretiyle yeniden ihyâ ve imar edelim. Nefs-i İstanbul’u kendine has değerlerden ayrı kalmış olmanın sebep olduğu bir medeniyet gurbetine ve bununla beraber hazin bir harâbiyete mahkûmiyetten âzâd edelim.

Şeyda Toprak

Yorum Bırakın / Leave a Comment

Go to Top