Çocuklarımıza Allah’ı Nasıl AnlatMAyalım?

Sorunun “Nasıl anlatalım” çeşidine dair tonlarca yazı, kitap, makale okumuşuzdur. Yavrumuzun ilk sözü “la ilahe illallah” olsun diye uğraşmış, dili dönmeye başlayınca: Allah kaç, kimin kulusun, kimin ümmetisin?… soru-cevap faslına adım atmışızdır. Cici cici hikaye kitapları almış, Kur’an kurslarına göndererek duaları sureleri ezberletmişizdir. Hele bir de Kur’an okumaya geçmişse keyfimize diyecek yoktur. Ne kadar tatlı ne kadar hoş. Fakat keşke bütün ebeveynler, nineler, dedeler, teyzeler, öğretmenler… vs. de bu kadar tatlı ve hoş olabilseler.

Son okuduğum kitaptan sonra bu konu üzerinde daha ciddi düşünmeye başladım. Çocukluk anılarımı canlandıran ve bazı satırlarında beni ziyadesiyle hüzünlendiren o kitap; Prof. Dr. Mehmet Emin Ay Hoca’nın yüksek lisans tezi olarak hazırlayıp, 1987 yılında yayımladığı “Çocuklarımıza Allah’ı nasıl anlatalım?” isimli kitabıydı. Çocuğa dini eğitim vermenin metodlarından bahsederken, yapılan hatalara da değiniyordu metinde. Malum, dini eğitim de sonuçta bir eğitim çeşidi olarak psikolojik ve pedagojik süzgeçlerden geçmesi gerekiyor. Yetişkinler çocuğa her istediklerini paldır küldür verdikleri zaman; ruhsal, duygusal ve zihinsel denge bozukluklarina yol açabildiklerinin farkına varamıyorlar. Bilseler sanıyorum daha temkinli davranırlar.

Dini eğitim, özellikle ilk çocukluk döneminde çok hassas işlenmesi gereken konular barındırıyor içinde. Mehmet Emin Ay Hoca, iman duygusunun işlenişi hususunda çocuğun psikolojik yapısının çok iyi bilinmesi gerektiğini söylüyor kitabinda ve J.J. Rousseau’nun şu sözünü alıntılıyor: “Çocuk zekasını çok iyi tanıyan bir zatın onlara mahsus bir akaid kitabi yazmasını pek isterim.”

Neredeyse bütün pedagojik kitaplarda sevmenin, sevdirmenin öneminden bahsedilir. Pediatristlerin açıklamalarıyla, annesinin sevgisi ve şefkatiyle büyüyen bebeklerin daha kuvvetli ve sağlıklı olduğunu artık duymayan kalmamıştır. İlk çocukluk evresinde annesine bağlanan bebekler, ardından bakıcı veya öğretmenine bağlanmaktadır. Daha fazla himaye ve daha güçlü bir korumaya ihtiyaç duyulduğunda çevresindekiler belli oranda ihtiyacını karşılayacaktır. Peki ya sonra? O büyük ergenlik sarsıntısı geldiğinde? O geniş boşluğa düşüldüğünde?

Başlıktaki sorumuza dönmek gerekirse bu ve benzeri sorulara pek çok cevap verilebilir kuşkusuz. Fakat bir tanesi üzerinde hususiyetle durmak gerekmektedir: Çocuklarımıza Allah’ı “korkutarak” anlatmayalım. Allah rızası için, ilk verdiğimiz duygu Allah korkusu olmasın. Önce sevgiyi yerleştirelim kalplere. Gönül kuşları solmasın. Anne, öğretmen, çevre derken; esas güvenli bağlanma tabii seyri içerisinde Allah’ta son bulsun ki kulluk bilinci sadrına güzelce yerleşsin. Aksi takdirde, sevgiden yoksun bir Allah korkusu, ileriki yaşlarda kişiyi zayıf ve bunalımlı anlarında yakalayarak Allah’ın olmadığı bir yer aramaya yönlendirebilmektedir. Korkularından kaçmak suretiyle -Allah muhafaza buyursun- imandan çıkaracak raddeye getirebilmektedir.

Bahsi geçen kitaptan edindiğimiz bilgiye gore, ülkemizde yapılan çalışmalardan birinde, 7 yaş altı bir grup çocuğa Allah tasavvurlarıyla alakalı sorular yöneltilmiş ve alınan cevaplarla beraber bir araştırma yapılmış. Çalışmaya katılan çocuklardan bir kısmı Allah’a karşı dostça hisler beslerken diğer bir kısmı Allah’tan korktuklarını ifade etmişlerdir. Allah’tan korkma sebepleri ise genellikle; yaramazlık yapanların cehennme atılacağı, anne-babasını dinlemeyenlerin cehenneme atılacağı, Allah’ın çarpabileceği, herkesin ondan korktugu, insanları taşa çevirebileceğidir.

Örneklere bakıldığında çocuklardaki Allah korkusunun ailelerden gelen çarpık dini öğreti olduğu görülebilmektedir. Zira Allah’ın taş yapması, çarpması büyüklerden öğrenilen kalıp cümlelerdir ve çocugun dünyasında edinilmiş bir Allah korkusu meydana getirir. Bu tarz ifadelerin Kur’an-ı Kerim’de ve Efendimiz’in (sav) sünnetinde yeri yoktur. Nitekim geçmiş yıllarda yapılmış bir çalışmada çocuklarda rastlanılan korkuların %90’ının hatalı ve yanlış eğitimden kaynaklandığı tespit edilmiştir. Yazar, ailelerin bu muamelesinin çocugun duygu dengelerinde sarsılmalara yol açacağını, ruhsal bozukluklara sebep olacağını belirtmektedir. Böyle bir uygulamanın dinen sakıncalı olduğu gibi eğitim kaidelerine de uymadığını ifade etmektedir. Bunun yerine yazar, çocuklara bu yaşlarında kolay fakat duyarsızca Allah korkusunu öğretmek yerine, zor olanı, yani sürekli bir sevgiden doğan saygı eğitimini tavsiye etmektedir.

Peki hiç mi cehennem azabından söz edilmeyecek çocuklara? Ceza gerçeğini saklamak mıdır bu?

Acizane kanaatim şudur ki: Bu yöntem, çocuktan gerçekleri saklamak değil, eğitimi sünnete uygun biçimiyle uygulamaktır. Zira hepimizin bildiği gibi Peygamberimiz (s.a.v.)’in eğitim metodunda tedricilik ilkesi esastır. Dilimizde güzel bir deyim olan “nabza gore şerbet vermek” tam da bu noktada kendisine yer bulacaktır. Yeri ve zamanı gözetmek, çocuğumuzu tanıyarak bu yolda temkinle hareket etmek tavsiye edilen yöntemdir. Çocuklarda esasında Allah, cehennem, şeytan… gibi korkular yoktur. Âdeten insan, telkin söz konusu olmadıkça, hakkında fikir sahibi olmadığı bir şeyden korkmaz.

Tüm bunlara dayanarak ilk çocukluk yıllarında korku duygusuna vurgu yapmaktan kaçınmanın en doğrusu olacağını söyleyebiliriz. Dinimizin temel öğelerinden birisi olan ve merhum milli şâirimiz Mehmed Âkif Ersoy’un aşağıdaki mısralarında hak ettiği yeri bulan takva hissi için çocukların kalp kapıları önce Allah sevgisiyle nazikçe açılmalı, ardından yeri ve zamanı geldiğinde Allah korkusu uygun şekil ve miktarda küçük dimağ ve kalplere verilmelidir. Allahu a’lem.

Ne irfândır ahlâka veren yükseklik ne vicdândır,
Fazîlet hissi insanlarda Allah korkusundandır.
Yüreklerden çekilmiş farz edilsin Havf-ı Yezdân’ın
Ne irfânın kalır tesiri kat’iyyen, ne irfânın.

Şeyda Toprak / Zilhicce 1439 – Philadelphia

Yorum Bırakın / Leave a Comment

Go to Top