Bursa ve Ulu Camii

Osmanlının ilk başkenti Bursa, tarihin tanıklığını her köşesine sindirmiş bir şehir. Ecdadımız her gittikleri beldede olduğu gibi Bursa’da da İslam ve Türk kimliğini her yere nakşetmişler. Nakşetmek gerçekten mecazi bir anlam taşımıyor burada. Çünkü camiler, hanlar, medreseler, çeşmeler, kısacası tüm şehir özenle nakış gibi işlenmiş Bursa’da. Bunun yanında manevi olarak birçok evliyayı barındırması hasebiyle, Bursa kıymeti yüksek bir şehirdir.

Emir Sultan, Somuncu Baba, Üftade Hazretleri bunlardan bazılarıdır. Allah onlardan razı olsun. Çünkü Bursa’yı Bursa yapan bir anlamda bu şahsiyetlerdir. Hatta eskiden Bursa’da şöyle bir deyim varmış: “Evliyaların eyvallah demediği kimse Bursa’ya ayak basamaz.”

Bursa’da dikkatimizi çeken ilk nokta çarşılar ve hanlarıdır. Uzayıp giden ucu bucağı belirsiz bir çarşı. Çarşı boyunca sıralanmış birbirinin içine girmiş, nerden girilip nerden çıkılacağı asla kestirilemeyen labirent gibi pazarlar. Ulu Camii’nin batısından başlayarak İnönü Caddesi’ne kadar uzanan bu bölgeye Hanlar Bölgesi de deniyor. Buradaki çarşılar adeta birbirlerinin içine geçmiş durumdalar. Ünlü Bursa Kapalı Çarşısı… Yüzlerce çeşit tarım ürününün satıldığı köylü pazarları, kuru yemişçiler, her derde şifa olduğu söylenen bin bir çeşit otun bulunduğu aktarlar, fabrikasyona inat hâlâ elle yapılan güzelim ayakkabıların satıldığı kunduracı dükkânları ve daha birçok esnaf  bu bölgede faaliyet gösteriyor. Günümüze sadece altı tanesi ayakta kalabilmiş olan Bursa hanları, zamanın adeta durduğu dönemleri yansıtıyor ve eski bir tarihin tanıklığını yapıyor. Bu hanların en tanınmışı aynı zamanda ilk yapılanı, günümüzde de canlılığını koruyan Emir Han. 14. yüzyılda Orhan Bey’in yaptırdığı bu eser, bir avlu çevresinde dizilmiş önü revaklı odalardan oluşuyor ve iki katlı planıyla asırlar boyunca kentlerde uygulanan hanların öncüsü durumunda. Çeşit zenginliğini hâlâ koruyan handaki dükkânlarda kuyumculuk porselen ipek ve çeşitli dokuma işleri yapılıyor.

Emir Han’ın güney kapısı Ulu Cami’nin avlusuna açılan bir kapı gibi ve bu kapıdan geçince karşımıza bu kez Koza Han çıkıyor. Adı üstünde bu han geçmişte de günümüzde de bir ipekçilik merkezi olmuş. Ünlü Bursa ipekleri Koza Han’daki duvar ve tezgâhları süslüyor. Bu han Ulu Cami ile Orhan Camii arasındaki geniş sahaya 1491’de Sultan II. Bayezid tarafından İstanbul’daki cami ve medreselere gelir sağlamak için yapılmış. Koza Han’ın ortasında ayaklar üzerine oturtulmuş, sekizgen şirin bir mescit bulunuyor.

Bunlar gibi, Pirinç Han, Geyve Hanı, İpek Hanı Bursa hanları denilince akla gelen çarşılardır.

Tüm bu anlattığımız mekanların bir şekilde yolunun bağlandığı asıl merkez noktaya gelelim: Ulu Cami. Öncelikle söylenmesi gereken, görmeden anlaşılamayacak havaya sahip bu caminin eşi benzeri olmayan bir mekan olmasıdır. Ulu Camii Bursa’nın kalbidir. Evliya Çelebi’nin tabiri ile “Bursa’nın Ayasofyası”dır. Yüce ecdadımızın İslama biçtiği kıymetin bir göstergesidir bu camii. Sadece namaz kılmak gibi bir işlevi yerine getirmeye yarayan bir mekandan ziyade, ruhunuzu dinlendirebileceğiniz, gözünüze ziyafet çekebileceğiniz bir camidir burası. Kapısından içeri girdiğinizde ortasındaki şadırvanı ve tüm duvarları dolduran hattları ile farklı bir atmosfere sahiptir.

Ulu Camii, Osmanlı Devleti’nin dördüncü hükümdarı Yıldırım Bayezıd tarafından mimar Ali Neccar’a 1396-1399 yılları arasında yaptırılmıştır. Rivayete göre Sultan, Niğbolu Zaferi öncesinde savaşı kazanmak için Allah’a yalvarmış ve 20 cami yaptırmayı adamıştı. Zaferden sonra damadı ve şeyhi Emir Sultan’ın önerisi ile 20 cami yerine 20 kubbeli tek bir cami yaptırmaya karar vermişti.  Cami, zaferden elde edilen ganimet ile yapılacaktı. Ancak 1402’deki Ankara Savaşı’nda sultanın esir düşmesinden sonra Timur camiyi ahır olarak kullanmış, 1403 yılında Moğol Şeyhi Emir Bedrüddin yaktırmış, 1413’de Karamanoğlu Mehmet Bey’in kuşatması sırasında cami tekrar yanmıştır. Onarımı, Bayezıd’ın oğlu 1.Mehmet gerçekleştirmiş ve cami 1421 yılında ibadete açılmış.

Caminin iki minaresi vardır. 2215 metrekare alan kaplayan Ulu Cami, her biri dörder kubbeli beş bölümden oluşur. Hemen hemen eşit büyüklükteki 20 kubbesinin ortasındaki kubbe açık olarak yapılmıştır. Telle örtülü bu orta kubbeden giren yağmur damlaları havuzda toplanır, ışık ise camiyi aydınlatırdı. Günümüzde kubbe camekanla kaplı olduğundan yağmur suyu toplama işlevini kaybetmiştir. Ama aydınlatma görevi devam etmektedir. Ortadaki kubbenin altında havuzlu, 18 köşeli bir şadırvan bulunur.

Ulu Cami’nin özelliklerinden birisi olan şadırvanın yapılma nedeni şöyle hikaye edilir: Cami yapımı için arazi istimlak edilirken, şadırvanın bulunduğu yerdeki toprak parçasının sahibi olan hanım, arazisini satmak istememiş ve arazi zorla alınmış. Ancak daha sonra, zorla alınan yerde namaz kılınmaz düşüncesiyle o yere şadırvan yapılmıştır. Şadırvanın 65 metrekareden ibaret olduğu düşünüldüğünde doğruluğu şüpheli ama hoş bir hikayedir.

Ulu cami namaz kılma alanı bakımından Türk tarihinde yapılan en büyük camidir ve kimi alimlere göre, İslam’ın 5. en yüksek mertebesindeki ibadethane olarak kabul edilmiştir. İslam’da en yüksek mertebeli cami, Mekke’deki Mescid-i Haram, diğerleri Medine’deki Mescid-i Nebevi, Kudüs’teki Mescid-i Aksa, Şam’daki Emeviye Camii’dir. Ulu Cami’nin kutsallığı, yapıldığı devirde din adamlarının ve evliyalarının gösterdiği ilgiden gelir. Yapılmasını teklif eden Emir Sultan; ilk namazı kıldıran Somuncu Baba; ilk cemaati Emir Sultan, Molla Fenârî, Yıldırım Bayezıd’dır. Bunun yanında Mevlit yazarı Süleyman Çelebi, ömrü boyunca Ulu Cami’de imamlık yapmıştır.

Ulu Cami hakkında bir çok hikaye anlatıla gelmiştir. Bunlardan bir tanesi bir pencere kenarlığındaki haç ve siyon yıldızının hikayesidir. Bu  işaretlerin ilk zamanlarda tüm pencerelerde olduğu söylenir. Peki niçin bu işaretler yapılmıştır? 1860’lardaki büyük depremde hasar gören caminin yapımı için dönemin Yahudi ve Hıristiyan bankalarından borç istenmiş, onlar da borç yerine hibe vereceklerini ama pencerelerde böyle süslemeler yapılmasını istemişler. Mecburen kabul edilmiş, fakat sonradan oyuna geldiklerini anlayan devlet yöneticileri bir tanesindekini bilerek bırakmak şartıyla diğer süslemeleri sildirmişler. Kalanı da “en kötü günümüzde bile çıkarcılık yapmaktan çekinmeyenlerin olduğunun ibreti olsun” diye bırakılmış.

Bir de minber ile ilgili bir hikaye vardır Ulu Cami’de. Minberin doğu cephesinde Güneş Sistemi’nin kabartma formlarla işlendiği bir alan var. Gezegenlerin her biri yörünge hareketleriyle birlikte küresel kabartma motifler halinde Güneş’e olan uzaklık ve aralarındaki büyüklük karşılaştırmaları da verilerek olması gereken yerlerde işlenmiş. Gezegenler, Merkür, Venüs, Dünya, Mars, Jüpiter, Satürn, Uranüs, Neptün, Pluto şeklinde olan Güneş’e uzaklık sıralaması da doğru. Güneş, büyük bir ustalıkla mükemmel şekilde işlenmiş durumda. Dünyanın yuvarlak olup olmadığının bile tartışıldığı bir devirde tüm gezegenler rasgele bir yıldız olarak değil, güneş sistemimizdeki birer gezegen olarak işlemiş. Enteresan bir detay.

Bursa gerçekten anlatılmakla bitecek, görmeden anlaşılabilecek bir şehir değil. Velhasıl Bursa buram buram İslam ve Osmanlı kokan bir şehir. Rabbim bizlere böyle güzellkiler bırakan ecdadımızdan razı olsun ve bizleri onlara layık evlatlar eylesin. Amin.

Öznur ZEYBEK

Yorum Bırakın / Leave a Comment

Go to Top