Aziz İzler-Aziz Mahmud Hüdai Camii

Aslında yerdeki kan damlalarını takip etmiyorum. Namaz kılabileceğim bir mescit arıyorum. Ezan okundu. Abdestim de var, vaktinde ödemek istiyorum borcumu. Ben ilerledikçe kan izleri de önümde gidiyor. Üsküdar’da cami bulmak zor değildir. Muhakkak bu sokakta vardır diye ilerliyorum.

Nedense yere damlayan kanların esrarını anlayamıyorum. Beni tedirgin etmiyorlar.

Rahatlıkla yoluma devam ediyorum. Kırmızı lekeler tam da benim döneceğim sokağa çiziyor rotasını. Arnavut kaldırımlı, kesme taş sokaklarda yürümeyi çok seviyorum. Kenarlarında boy gösteren ahşap evler, çiçekler, avlular çok ilgimi çeker. Bana öyle gelir ki; içeride Mehveş hanım, burnuna düşmüş gözlüğüyle örgüsünü örüyordur. Sami Bey ise gazetesini okurken uyuya kalmıştır. Eski usul antika telefon vefalı bir sesin müjdesini vermek için çalınmayı bekliyordur. Sanki posta kutusu kullanılmamaktan paslanmıştır. Mektup gelme umudunu yitirmiştir. Lakin ne beyaz başörtüdeki iğne oyaları kesmiştir umudunu ne de can yoldaşının titrek elleriyle budadığı kırmızı güller.

Gürültülerin kısıldığını, kuşların cıvıldadığını fark ediyorum. Sakin bir sokakta huzur dolu adımlar atıyorum. Aklıma kötü hiç bir şey gelmiyor. Karşımdan gelen teyzeler, amcalar, çocuklar gülüşleriyle bir şeyi müjdeliyorlar. Mutluluk satın almış dönüyorlar sanki.

Başımı kaldırdığımda okuduğum levha beni gülümsetiyor. İçimi sevinçle dolduruyor. Şimdi birleştirebiliyorum parçaları. Bu ne güzel bir ikram. Ben herhangi bir cami ararken Hüdayi hazretlerinin huzurunda buluyorum kendimi. Kendisini ziyaret edenlere ettiği duayı anımsıyorum. Gülümsüyorum. Kendimi kayırılmış, torpillenmiş hissediyorum. Yol boyunca gördüğüm kan damlalarının nedenini şimdi anlıyorum. Beni tedirgin etmemesinin sebebini bildim şimdi. “Bursa Kadısının sırma işlemeli kıyafetiyle sattığı ciğerlerden damlamışlar.” Camiye kadar ilerliyorlar ve kayboluyorlar kapıya geldiğinizde. Gerçek o ki; “izzeti nefsin kanayan yaraları imiş”. Tam dergâhın kapısında benliğin ölümüyle siliniyor izler. Azgın nefsin hiç oluşu gibi.

Bu tefekkür ve sevgi namazınıza başka bir lezzet katıyor. Ziyaretçilerin çokluğu şaşırtmıyor kimseyi. Ne kadar kâmil olursa bir insan, kendinden ne kadar vazgeçerse, nefsini ne kadar terk ederse o kadar kıymetleniyor Hak katında. Ve Allah, kullarına da sevdiriyor sevdiklerini. Edeple girenler duayla çıkıyorlar kapıdan. Saygı ve huzur bütün kalpleri genişletmiş. Sıkıntıları hafifletmiş. Sadrı mutlulukla kuşanmış herkesin.

“Sadık olabilirsiniz ama sadıklarla olmazsanız sürdüremezsiniz”. Sözünü hatırlıyorum. Fırtınalı bir denizde güvenli bir limana sığınmış gibi üşümüşlüğümü geçiştiriyorum.

Alınacak ibretlerin bolluğunda zihnimin hızına yetişemiyorum. Aziz Mahmut’un hanımını hatırlıyorum. Haşmetli Kadı Efendinin ziynetli eşi, saygı gören varlıklı hanımefendi… Evinin direği, biricik eşi, aldığı dervişlik kararını açıklayınca ona ne yanıt verdiğini düşünüyorum. Yokluğu, hiçliği, fakirliği, zahmeti tercih ettiğini söylediğinde gösterdiği teslimiyetini… Hocasının kapısında köle olmayı, bütün kazandıklarıyla takas edeceğini bildirdiği zaman takındığı asil tavrını. Bir kez daha büyüleniyorum. Kulaklarım uğulduyor ve bir ses;

—“Beni sabredenlerden bulacaksın” diyor. Mahcup ve sevgi dolu bir ses bu. Şimdiki hanımlardan, konfora ve zenginliğe olan tamahların sahiplerinden duyamayacağınız yumuşak bir ses tonu. Şimdi de utanıyorum.

Camiinin güzelliği ve sadeliğine takılıp kalıyorum. Gelenleri büyülüyor. Namaz sonrası incelemeye koyuluyorum. Gözü yormayan pastel vurgularla süslenmiş. Serpiştirilen motifleri post-modern bir hava estiriyor. Uyum, zarafet ve simetri bütünü diyebilirsiniz. Çok zevkli, çok asil. Derin bir nefes alıyorum. Güllerin tütsülendiği bir mahalledeyim ne de olsa “Gülfem Hatun Mahallesi” Üsküdar’da geniş bir alanda inşa edilmiş. Caminin içerisi de hayli geniş. Yüksek bir muhitte konumlandırılmış oksijen zengini bir mescit. Her açıdan güneş alıyor. Aydınlık. Ferah. Yaratan ile dertleşilecek uzun zaman yakarılacak bir ortam. Cennetin dileneceği, cehennemin iteleneceği, Cemalullah’ın murad edileceği bereketli bir mekân. Korktuklarımızdan sığınacağımız, umduklarımızı isteyeceğimiz bir vesile bizler için.

İmaret, türbe, kütüphane, hünkâr mahfili, çeşme, derviş hücreleri, şeyh evi, fırın ve muhtemelen bir hamamdan oluştuğunu belirtiyor kaynaklar bu güzel külliyenin. Herkesin ziyaretine açık. On bin metre karelik çok geniş bir alana yayılan bu manzumeye, Hüdâyî Mahmut Sokak ve Aziz Efendi Mektep Sokaklarına açılan avlu kapılarından girebiliyorsunuz. Bânisi, Mihrimah Sultan ve Sadrazam Rüstem Paşa’nın kızı Ayşe Hanım Sultan’dır. 1003 (1594) tarihinde Aziz Mahmud Hüdayi Efendi adına yapıldığından, bu isimle şöhret bulmuştur.

Allah ziyaret edenleri ve gelmek isteyip gelemeyenleri duasına mazhar kılsın inşallah. O güzel kimliklerin ahlakıyla süslenmeyi cümle hanımlara nasip etsin. Ziyaretinde bulunanlara ve gelmek niyetinde olanlara güzel müjdeyi sunalım bir kere daha…

Yâ Rabbî! Kıyâmete kadar bizim yolumuza katılan, bizi sevenler ve ömründe bir kere türbemize gelip rûhumuza fâtiha okuyanlar bizimdir. Bize talebe olanlar denizde boğulmasınlar. Ömürlerinin sonlarında fakîrlik görmesinler. Îmânlarını kurtararak gitsinler ve öleceklerini bilip haber versinler.

Sağlığımızda bizi, vefatımızdan sonra kabrimizi ziyaret edenler ve türbemizin önünden geçtiğinde Fatiha okuyanlar bizimdir. Bizi sevenler denizde boğulmasın, ahir ömürlerinde fakirlik çekmesin, imanlarını kurtarmadıkça göçmesin.

Amin…

25 EKİM 2009- Betül Şatır

Yorum Bırakın / Leave a Comment

Go to Top